Türkiye’de Milli Gelir ve Gelirin Paylaşımı

GSYH, Ekonomik Büyüme

Toplumların ekonomik refah ölçüsü olarak değerlendirilen GSYH uluslararası karşılaştırmalar yapmak istendiğinde başvurulan önemli bir göstergedir. Bir ülkede ekonomik refahın artıp artmadığını, artıyorsa ne ölçüde arttığını anlamak için sabit fiyatlarla GSYH değerlerine bakmak gerekir. GSYH bir ülkenin belirli bir dönemde (genellikle bir yıl) üretilen nihai mal ve hizmetlerin piyasa değerlerinin toplamıdır. Üretim ve hizmet süreçlerinden Reel GSYH’deki yüzdesel artış ise büyüme oranını verir. Büyüme oranları Türkiye Ekonomisinin izlediği politikalar çerçevesinde dönemlere ayrılarak incelenmiştir.

Liberal Milli Ekonomi Dönemi (1923 -1929): Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yılları olarak adlandırılan bu dönemde ekonomik gelişme Osmanlı’dan devralınan bir yapı üzerine inşa edilmiştir. Bu dönemde uygulanan ekonomi politikalarının temelleri İzmir İktisat Kongresi ile atılmıştır. 1924- 1929 dönemi esas alındığında büyüme oranı %10.81’dir

Devletçi Politikalar Dönemi (1930 -1949): Bu dönemde sanayi planları hazırlanmış ve 1934 yılında “ Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı ” uygulamaya konulmuştur. Daha önceden ithal edilen tüketim mallarının yurt içerisinde üretilmesi amaçlanmıştır. Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı başarılı bir şekilde uygulanmış ancak İkinci Dünya Savaşı’nın başlama ihtimalinin yükselmesiyle birlikte İkinci Beş Yıllık Sanayi Planı uygulamaya geçirilememiştir. Türkiye ekonomisi İkinci Dünya Savaşı’na katılmamasına rağmen savaşın etkilerinden büyük zarar görmüştür. 1940 -1945 yıllarında ekonomi yıllık ortalama - %6.65 küçülmüştür. 1940 yılında Milli Koruma Kanunu, 1942 yılında Varlık Vergisi, 1943 yılında Toprak Mahsulleri Vergisi ve 1945 yılında Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu ile devletçi politikalar ekonomi politikasının temeline oturtulmuştur.

Liberal Politikalara Dönüş Dönemi (1950 -1960): 1950 seçimleri sonrasında iktidara gelen Demokrat Parti, Türkiye’yi yeniden liberal politikalara geçirmeye çalışmıştır. Bu dönemde tarım sektörü ağırlıklı olarak desteklenmiş ve dönemin ilk yıllarında tarım başta olmak üzere tüm sektörlerde önemli büyüme oranları kaydedilmiştir. 1954 yılından sonra büyüme oranlarında düşüş ile birlikte dalgalı bir seyir görülmüştür. Özellikle 1956 sonrasında dış ticaret açıklarının hızlı artması sonucu ülkenin döviz ihtiyacı artmıştır. 1958 yılında büyük ölçekli bir devalüasyon yapmak zorunda kalınmıştır.

Planlı Karma Ekonomi Dönemi (1961 -1979): Türkiye’de 1961 yılından sonra planlı ekonomiye geçiş dönemi başlamıştır. Devlet Planlama Teşkilatı kurulmuştur. Planların temel hedefi büyüme hızının belirli bir düzeye ulaşması ve gelişmiş ekonomilerle aradaki farkın kapatılmasıydı. 1963- 1977 döneminde GSYH’deki yıllık ortalama artış yaklaşık %6'dır. Bu dönemde ithal ikameci bir sanayileşme ve dış ticaret politikası izlenmiştir.

Piyasa Ekonomisine Geçiş Dönemi (1980- 2001): Bu dönemde ihracata ve özel sektöre dayalı bir sanayileşme stratejisine geçilmiştir. 1984 ve 1995 Programı dışında bu dönemde gerçekleşen tüm kalkınma planlarında hem GSYH’deki hem sektörlerdeki büyüme hızı hedeflenen oranların altında kalmıştır. Türkiye, 1989 yılında “Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkında 32 Sayılı Karar” ile finansal serbestleşmenin önünü açmıştır. Ancak finans piyasalarında tam serbestleşmeye geçişin bir sonucu olarak ülke iç ve dış piyasa koşullarındaki dalgalanmalara da maruz kalmıştır. Bu dönemde Türkiye ekonomisi 1994 ve 2001 Krizini yaşamıştır.

Müdahaleli Piyasa Ekonomisi Dönemi (2002 ve Sonrası): Kriz sonrası uygulanan IMF programı başarılı olmuş ve ekonomi ciddi biçimde toparlanma sağlamıştır. GSYH’deki büyüme hızı 2002- 2007 yılları arasında önemli artışlar göstermiştir. 2008 yılında yaşanan küresel finansal krizin etkisiyle Türkiye ekonomisi 2009 yılında %4.7 oranında küçülmüştür.Bu dönemde büyüme oranları açısından istikrarlı bir çizgi yakalanamamıştır.

Kişi Başına GSYH

Uluslararası karşılaştırmalarda kullanılan bir başka gösterge kişi başına GSYH’dır. Türkiye 2005 yılından sonra kişi başına düşen gelir açısından dünya ortalamasını yakalamıştır. Ancak 2014 yılından 2020 yılına kadar kişi başına gelir dolar bazında sürekli bir düşüş göstermiş ve 2018 yılından itibaren dünya ortalamasının altında kalmıştır.

Gelir Dağılımı

Gelir dağılımı, bir ülkede belli bir dönemde yaratılan gelirin bölüşümünü ifade eder. Gelir dağılımını ölçmek için en çok kullanılan ölçütler Yüzdelik Hanehalkı, Yüzde Paylar, Lorenz eğrisi ve Gini katsayısıdır.

Kişisel gelir dağılımı: Türkiye ekonomisinde 2006- 2019 yılları arasında Gini katsayısı 0.40- 0.41arasında değer almaktadır. P80/P20 oranının ise 2013 yılında 7.3 kat ile en düşük değeri alırken, 2008 yılında 8.5 kat fark ile en yüksek değeri almıştır

Sektörel gelir dağılımı: Türkiye ekonomisinde sektörler açısından en büyük payı hizmetler en küçük payı ise tarım sektörü almaktadır. GSYH içerisinde hizmetler sektörünün payı yıllar itibariyle artmış, sanayi sektörünün payı belli bir düzeyde sabit kalmış ve tarım sektörünün payı ise gittikçe azalarak 2002 yılından sonra yüzde 10’un altına düşmüştür.

Bölgesel gelir dağılımı: Türkiye’deki bölge bazında gelir eşitsizliğinin en yüksek olduğu bölge İstanbul’dur. P80/P20 göstergesinin en yüksek olduğu ikinci bölge Akdeniz (TR6) bölgesidir.

Fonksiyonel gelir dağılımı: Türkiye’de hasılanın yaklaşık %50’sini emek gelirlileri oluşturmaktadır. İkinci sırada kar geliri olan müteşebbis gelirleri gelmektedir.. GSYH içerisinde tarım sektörünün payının giderek azalmasıyla paralel olarak tarım müteşebbislerinin payının azalması bu durumun ortaya çıkmasında etkili olmuştur. Sosyal ücret ve transfer gelirin ortalama %20’lik payını oluşturmaktadır.

2018 yılında gini katsayına göre Türkiye OECD ülkeleri arasında 0.397değer ile gelir eşitsizliğinin yüksek olduğu ülkeler arasındadır. Türkiye’de gelirden en fazla pay alan grup ile en düşük pay alan grup arasında 7.5 kat vardır. Bu oranla Türkiye OECD ülkeleri arasında son sıralarda yer alırken Avrupa ülkeleri arasında en kötü gelir dağılımına sahip ülkedir.