Türklerde Devlet Anlayışı ve Devlet Yönetimi
İslâmiyet'ten önce Türkler devlete "il", devlet başkanına "kağan" demekteydiler. Devlet kurmayı illemek, devlet idare etmeyi de il tutmak olarak ifade etmekteydiler. Devlet halk, ülke, hâkimiyet ve teşkilat olarak dört temel unsur içerisinde anlamlandırılmaktaydı. Türklerde hâkimiyetin kaynağı ilahiydi. Türk kağanına devlet idare etme güç ve yetkisinin Tanrı tarafından verildiğine inanılırdı. Bu sebeple Türk kağanları cesur, kahraman, bilge ve erdemli olmak durumundaydılar.
Müslüman olduktan sonra devlet başkanları "sultan" unvanını kullanmaya başlamışlardır. Osmanlı sultanları ise genellikle "padişah" unvanını kullanmayı tercih etmişlerdir. Müslüman Türk devletlerinde İslamiyet'ten önceki hükümdarlık sembolleri İslami ögelerin de eklenmesiyle devam ettirilmiştir. Türk kağanına Tanrı tarafından verildiğine inanılan devleti idare etme yetkisi ve gücünün Müslüman Türk devletlerinde Allah tarafından verildiği tasavvur edilmiştir.
Türkler İslamiyet'i kabul ettikten sonra devlet ve toplum hayatında Türk-İslam medeniyeti adı verilen yeni bir oluşum meydana getirmişlerdir. Türk gelenekleri ve İslam'ın kaidelerinden gelen unsur ve müesseselerin birleşmesiyle büyük bir kültür oluşturmuşlar ve bu sayede dünya medeniyetine önemli katkılar sağlamışlardır.
Müslüman Türk devletlerinde devlet işlerinin görüşülüp karara bağlandığı en yüksek kurum divan adını taşımaktaydı.
En mükemmel şeklini Osmanlılar zamanında alan bu kurum Divan-ı Hümayun adını almıştır. Aslî üyeleri vezir-i azam ve vezirler, kadıaskerler, defterdarlar ve nişancı olan Divan-ı Hümayun, Osmanlı devletinin en güçlü yürütme ve karar organıydı. Orhan Bey zamanında divan toplantılarının yapıldığı bilinmekteydi. Sultan I. Murad zamanında gelişimini sürdüren divan Yıldırım Bayezid zamanında her gün toplanmakta idi. Divanın tam teşekküllü bir biçimde teşkilat yapısına kavuşması Fatih Sultan Mehmed zamanında olmuştur.
Divan-ı Hümayun XVII. yüzyılın ortalarından itibaren önemini kaybetmeye başlamıştır. Devlet işleri yavaş yavaş sadrazamların kendi konaklarında akdettikleri divana kaymaya başlamıştır. Böylelikle nezaretler öncesi dönemde Paşa Kapısı (Bâb-ı Âsafî) daha sonraki dönemde de Bâb-ı Âlî ismini alacak olan müessese devlet işlerinin karara bağlandığı birim olmuştur. Divan-ı Hümayun'da bulunan defterler ve kayıtlar Bâb-ı Âsafî'ye gönderilmiştir. Ayrıca divanda hizmet gören reisülküttap ve dîvan kalemleri, maiyeti ile birlikte çavuşbaşı da Bâb-ı Âsafî'ye gönderilmiştir.
Bu görevliler vezir-i azamın maiyetindeki kethüda bey ve mektupçu ile birlikte hademe-i Bâb-ı Âsafî adını almışlardır. Osmanlı merkez teşkilatında büyük ölçüde bir revizyon ve reform Sultan II. Mahmud zamanında gerçekleştirilmiştir. Nitekim 12 Mart 1836'da yayınlanan bir hatt-ı hümayunla nezaretler kurulmaya başlanmış ve Osmanlı merkez teşkilatında yeni bir döneme girilmiştir. İlk etepta Sadaret Kethüdalığı Umur-ı Mülkiye (bu nezaret daha sonra Dâhiliye Nezareti adını almıştır), Reisülküttaplık Hariciye ve Çavuşbaşılık da Deavi Nezaretlerine dönüştürülmüştür. Daha sonra lüzum görüldükçe nezaretlerin sayısı artırılmıştır. Maliye Nezareti, Bahriye Nezareti, Ticaret Nezareti, Maarif-i Umumiye Nezareti, Evkaf-ı Hümayun Nezareti daha sonra kurulan nezaretler arasındadır.
Meşrutiyet'in ilanıyla birlikte Osmanlı merkezî idaresinde iki kanatlı bir parlemento kurulmuştur. Bu durum devletin yıkılışına kadar devam etmiştir.