Türklerde Eğitim-Öğretim ve Bilimsel Faaliyetler

Türkler, Orta Asya'da tarih sahnesine çıktıkları ilk andan itibaren eğitim, öğretim ve bilimsel süreçleri başlamıştır. İslâmiyet'ten önce Türkler denince genel olarak akla Hunlar, Göktürkler ve Uygurlar gelmektedir. Hunlardaki eğitim öğretim faaliyetleri, onların yaşam biçimleri yani göçebelikle şekillenmiştir. Göktürklerle birlikte alfabenin kullanımı ve Göktürk Kitabeleri Türklerde yazı eğitimin bir kanıtını oluşturmuştur. Uygurlar, Uygur Alfabesini ortaya çıkarmış ve bu alfabeyle sanat, din ve edebiyat alanında eserler vermişlerdir. Bu dönemde bilgi daha da genişlemiş ve Uygurlar bilgi ve eğitimdeki kazanımlarıyla sonraki dönemlerde de kâtiplik, bürokratlık, tercümanlık, danışmanlık, öğretmenlik, kültür elçiliği gibi görevleri yürütmüşlerdir. Yine bu dönemde ortaya çıkan destanlar toplumun yetiştirmek istediği kişi tipini ortaya koymuştur. Hunlara ait Oğuz Kağan, Göktürklere ait Ergenekon ve Bozkurt, Uygurlara ait Göç ve Türeyiş Destanı yaygın eğitim aracı olarak kullanılmış ve etkisi yüzyıllar boyu devam etmiştir. Bu dönemde genel olarak eğitimde savaşçılık, yazı, okuma-yazma, devlet adamı yetiştirme, savaş araç ve gereçlerinin yapımı, hayvancılık ve el sanatları yani meslekî eğitim, toplumsal yaşam kuralları ve din ön plana çıkmaktadır.

Türkler İslâmiyet'i kabul ettikten sonra Karahanlılar, Gazneliler, Selçuklular gibi önemli devletler kurmuşlar ve yaşadıkları bölgede medrese denen eğitim kurumları ortaya çıkmıştır. Selçuklular, bu kurumu Nizamiye Medreseleri'yle bir teşkilata kavuşturmuşlar, vakıflar aracılığıyla parasız eğitim sağlayarak herkesin yararlanabileceği bir noktaya ulaştırmışlardır. Selçuklularda ilköğretim düzeyinde küttap ya da mektep adı verilen okullar, şehzade eğitimi konusunda atabeyliği ve ahilik teşkilatı da mevcuttur.

Osmanlılarda klasik eğitim kurumları sıbyan mektepleri, medreseler ve Enderun Mektebi olmuştur. Medreseler; Sahn- Seman ve Tetimme Medreseleriyle yeni bir teşkilata kavuşmuş ve Süleymaniye Medreseleriyle zirveye ulaşmışlardır. Eğitimde yenileşme hareketleri ilk olarak askerî alanda meydana gelmiştir. Mühendishane-i Bahrî-i Hümâyûn ve Mühendishâne-i Berrî-i Hümâyûn batılı anlamda eğitim veren okullar olarak düşünülmüştür. Süreç içerisine yeni okullar açılmış ve örgün eğitimde bu yenilik hareketlerinden etkilenmiştir. Örgün eğitimdeki yeni kurumlar iptidai, rüşdiye, idadî, sultanî, Dârülfünûn ve diğer okullardır. Tanzimat döneminde eğitimin önemi daha da kavranılmış, eğitim devletin geleceğinin kurtarıcı olarak görülmüş ve yeni açılan okullardan mezun olan öğrencilerden Batı bilim ve tekniğe ulaşması istenmiştir.

Türkler başlangıçtan itibaren bilime katkıda bulunmuş ve Türk devlet adamları bilimin ve bilim adamlarının koruyucusu olmuşlardır. Türkler İslâmiyet'in bilime ve eğitime verdiği önemi gördüklerinden bu yeni dini kabul etmeleri daha kolay olmuştur. Dinî bilimlerin yanında astromoni, matematik, tıp vb. pozitif bilimlerde faaliyet göstermişler, Farabî, İbni Sina örneğinde olduğu gibi dünya çapında bilim adamları yetiştirmişlerdir. Osmanlı Devleti de bu bilimsel ve kültürel birikimin devamını sağlamış, bu birikim Şerefeddin Sabuncuoğlu, Pîrî Reis, Seydi Ali Reis, Katip Çelebi, Erzurumlu İbrahim Hakkı, İsmail Gelenbevî, Ahmed Cevdet Paşa, Şanizade Ataullah Efendi, Mustafa Behçet Efendi gibi önemli bilginler yetiştirilmesine katkıda bulunmuştur.