Tarihî Süreçte Türklerde Yazı ve Yayın Faaliyetleri

Dilin yüzyıllarca yıl öncesinden bugüne taşınmasında yazının önemli bir rolü vardır. Yazı, zihinde tasarlananların ifade edilebilmesi için kullanılan simgeler aracılığıyla oluşmuştur ve kökleri 30000-40000 yıl önceki piktogramlara dayanır.

İlk izlerine Paleolitik Dönem’de rastlanan insan iletişim kurabilmek için önce bazı sesler çıkartmış, sonra da sert nesneler üzerine bazı işaretler ve semboller kullanarak bunları yazmaya çalışmıştır.

İnsanlığın yerleşik hayata geçmesi Neolitik Dönem’de gerçekleşmiştir. Mağara insanları resimleri avlanmak isteğini belirtmek, avlamak istediği hayvana büyü, tılsım yapmak, duygularını aktarmak gibi pek çok amaçla çiziyorlardı fakat insanlar topluluk kurup kümeleştikçe zorunlu olarak salt anlaşmak ve iletişim için çizmeye başladılar.

Piktogramlar insanların duygu ve düşüncelerini duvarlara kazıdıkları ya da çizdikleri mağara resmileridir. İdeogramlar ise, bir fikrin sembolü olan şekiller kapsamında kelimenin sembolü hâline gelmiş yani kavramlaşmışladır.

İdeogram, bir sembol yazısıdır. Semboller bir düşünceye karşılık gelirler ve soyut anlam taşırlar. Piktogram ise somut nesnelerin oransal olarak büyütme ve küçültme yapılarak resmedilmesidir. İdeogramlarla piktogramların ortak özellikleri ise resmedilen aynı nesnenin ses karşılığının önemli olmayışı ve farklı dillerde değişik telaffuzlarının olmasıdır.

İdeogramlar, piktogramlar ve bunların daha gelişmiş biçimleri olan çivi ve hiyeroglif yazısı insanlar tarafından çok uzun bir zaman kullanıldıktan sonra iletişimde daha kolay, gelişmiş ve pratik bir fonetik sisteme geçişe gerek duyulmuştur. Bu ihtiyaç ise ilk alfabenin oluşumunun temellerini atmıştır. Bu gelişmeleri takiben Yunan alfabesi ve Romen alfabesi ortaya çıkmıştır. Fonetik bir yazı sistemini benimsemiş olan Batı dünyasının kullandığı Latin alfabesi de, Yunan alfabesinin geçirdiği değişim sonucunda ortaya çıkmıştır.

Türklerde yazı kavramı muhtemelen Çin’den yani Doğu Asya’dan alınmış olmasına rağmen Türkçenin yazılması için kullanılan ilk yazı Batı kaynaklı, Runik Türk yazısıdır. Türkler tarih boyunca pek çok alfabe kullanmışlardır. Türkçenin kaydedildiği yazılara bakıldığında bunların Köktürk, Mani, Soğd, Uygur, Brahmi, Tibet, Grek, Süryani, İbrani, Arap, Kiril ve Latin alfabeleri olduğu anlaşılmaktadır. Fakat bu alfabeler içerisinde belirli tarihî dönem ve bölgelerde sınırlı ölçüde kalmış olan Soğd, Mani, Tibet, Brahmi, Süryani ve İbrani alfabeleri bir yana bırakılırsa Türkler en yaygın olarak Köktürk, Uygur, Arap, Kiril ve Latin alfabelerini kullanmışlardır.

Uygarlık tarihi açısından büyük bir önem arz eden Latin alfabesinin kökleri MÖ VI-VII. yüzyıla kadar inmektedir. Etrüsk alfabesinin Grek ve Latin alfabeleri arasında bir köprü oluşturduğuna da inanılmakla birlikte Latin alfabesinin köken olarak Grek alfabesine dayandığı ortak bir görüş olarak kabul edilmektedir. Latin alfabesi esasına dayalı olarak bugün kullanılan çağdaş alfabelerin çoğunda harflerin isimleri Etrüsklere aittir. Romalılar, Etrüsklerin Greklerden aldığı 26 harften oluşan alfabenin 21 harfini alarak Latin alfabesinin temelini oluşturmuşlardır.

Tarihî süreç içerisinde matbaanın kullanılması 7. yüzyıla kadar götürülmektedir. Bu zamanda Çinliler tarafından tahta kalıplara kazınan yazı, üzerine mürekkep gezdirilerek kâğıt üzerine basılmıştır. Bu tip baskıya klişe baskı adı verilmektedir. Klişe baskı ilk olarak Çin ve Kore’de görülmektedir. Yine matbaanın da ilk olarak Çin ve Kore’de uygulandığı düşünülmektedir.

1000’li yılların başında Çinli Pi Sheng tarafından her hiyeroglif için ayrı kalıp kullanılarak kitap basma makinesini icat edilmiştir.

Yapılan araştırmalar Uygurların Çinli Pi Sheng’den önce matbaayı kullandıklarını göstermektedir. Özellikle Turfan bölgesinde yapılan araştırmalarda Uygur diline ait sert tahtaya işlenmiş pek çok harf bulunmuştur.

Cumhuriyet’in ilk yıllarında yeni kütüphaneler kurulmuş, bunlar yeni eserlerle zenginleştirilmiş, ayrıca Osmanlı İmparatorluğu’ndan devralınan eski eserlerin korunmasına da büyük önem verilmiş; bu konuda ülke genelinde kapsamlı katalog çalışmaları yapılmıştır. Böylece, cumhuriyet ile birlikte yayıncılığın teşvik edilmesiyle, I. Dünya Savası ve ardından gelen Kurtuluş Savaşı’nın etkisiyle yıllar itibarıyla 500-600’lere düşen basılan eser sayısı, tekrar 1000’lerin üzerine çıkmış ve alınan tedbirler ile ilerleyen zamanda daha da artmıştır.

Cumhuriyet’in ilanından sonraki zaman dilimine bakıldığında yayıncılık alanında büyük gelişmelerin yaşandığı görülmektedir. 1928 yılında yapılan Harf Devrimi, 1934 yılında çıkarılan Basma Yazı ve Resimleri Derleme Kanunu ve ilk yayıncılık kongresinin gerçekleştirilmesi bu gelişmelerden bazılarıdır. Tüm bu gelişmeler, kütüphanecilik alanındaki ilerleyişi devam ettirirken Millî Kütüphanenin kurulmasının zeminini hazırlamış, 1949 yılında kütüphaneciler, Türk Kütüphaneciler Derneği çatısı altında bir araya gelmiştir. 1952 yılında Türk Kütüphaneciler Derneği Bülteni çıkarılmaya başlarken 1951 yılında çıkarılan Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu ile Türk yayıncılığı farklı bir ivme kazanmıştır .