Spor ve Sosyoloji Teorileri
Türkçeye Fransızcadan geçmiş yabancı bir kelime olarak spor, etimolojik olarak ‘zevk almak’, ‘kendini eğlendirmek’ ve ‘hoş eğlence’ gibi anlamlar taşır. Bu yönüyle spor bir boş zaman etkinliği olarak, kurumlar sosyolojisi içerisinde ele alınan bir alt kurumdur. Bir kurum olması nedeniyle spor, geçmişten günümüze bir sürekliliğe sahiptir. Süreklilik ise tek bir kalıp biçim olarak değil, değişim ve dönüşümleri içinde barındıran bir durum olarak düşünülmelidir. Bu noktada insan etkileşiminin bir sonucu olarak çeşitli niteliklerdeki eylemler bütününü ifade edilebilecek spor; farklı amaçlar, işlevler ve anlamlar doğrultusunda sosyal yaşam içerisinde işleyişini sürdürür. Ünite, bu işleyişin nasıl olduğunu ortaya koymak üzere sosyolojinin temel teorileri üzerinden bir değerlendirmede bulunur.
İşlevselcilik, toplumu denge veya denge arayan birbiriyle ilişkili parçaların organize bir sistemi olarak görür. Bu birbirleriyle ilişkili parçalar, tüm sosyal sistemin düzgün işlemesi için bir işbirliği içinde çalışır. İşlevselcilerde toplumsal denge, paylaşılan değerler ile sağlanır ve yeniden kurulur. Bu durum bireylerin ahlaki olarak topluma bağlı olmaları anlamına gelir. Bir takımın başarılı olabilmesi her bir oyuncunun formda kalmak üzere gerekli kondisyonu sağlayacak egzersizleri yapmasına bağlıdır. Yaşanacak herhangi bir sakatlık ya da taktiksel bir hamle olarak oyuncunun değiştirilmesi gibi durumlarda takımın bozulan dengesi yedek oyuncularla korunur. Ayrıca her bir oyuncu transferle geldiği yeni kulübünde yeni takım arkadaşlarına, yeni bir antrenöre, teknik felsefeye ve kulübün imkanlarına uyum sağlayabilmelidir.
Çatışma teorisi üç kabul üzerinde durur. Bunlardan ilki insanların hepsinde ortak bazı çıkarların olduğu ve toplumun, farklı çıkarları için çabalayan gruplardan oluştuğudur. İkincisi toplumsal ilişkilerin kaynağında eşitsiz bir şekilde bölünmüş olan gücün yer aldığıdır. Bu da insanların güç veren kaynakların dağılımıyla ilgilenmelerine neden olur. Son olarak değerler ve düşüncelerin, bütün toplumun ortak paydasını oluşturan ve hedeflerini gerçekleştirmelerini sağlayan araçlar değil, o toplum içindeki farklı grupların amaçlarını gerçekleştirmek için kullandığı silahlar olduğudur. Hoch, din gibi sporun kitlelerin afyonu olma görevini üstlendiğini belirtir.
Sembolik etkileşimcilik anlamların etkileşim yoluyla şekillenmesini inceleyen, Amerika kökenli bir sosyal psikoloji kuramıdır. Sembolik etkileşimcilik toplumun mikro boyutlarına yani gündelik yaşam içerisindeki insani etkileşimlere ve bu etkileşimler aracılığıyla toplumsal düzenin ve anlamın nasıl yaratıldığına odaklanır. Mead benliğin dört aşamalı bir gelişim gösterdiğini ortaya koyar. Bunlar taklit, oyun (play), grup içinde oyun (game) ve genelleştirilmiş öteki aşamalarıdır. Spor sembolik anlamlarla doludur. Bu noktada spor, ritüelleri, söylemleri, kültürü, duyguları, teknik direktörlerin konuşması ve kazanılan kupalar ve madalyalar gibi daha nice unsuruyla sembolik anlamları yansıtır. Etimolojik olarak Latince ‘kadın’ anlamına gelen ‘femina’ kelimesinden türetilen feminizm terimi, 19. yüzyılda ‘kadınsı özelliklere sahip olmak’ ve ‘kadın hakları savunucusu’ anlamında kullanılmaya başlar. Kavramın (féminisme) isim babası ise kadın ve erkeğin eşitliğini savunan dönemin önde gelen Fransız düşünürlerinden Charles Fourier’dir. Spordaki cinsiyet eşitsizliğinin temelini kadın ve erkek bedeni arasındaki fizyolojik farklar oluşturur. Bu noktada pek çok spor faaliyeti için gerekli gücün, kaslı beden dokusuyla ancak erkekler tarafından karşılanabileceği yaygın bir düşünce haline gelir. Spor müsabakalarında zariflik ve narinlikle özdeşleştirilen kadın bedeninin ise rakiplerle girilen zorlu kapışmaların üstesinden gelemeyeceği düşünülür.