Erken İslam Dönemi, Emeviler ve İspanya ile Kuzey Afrika’da Mimari

İslam dini Hz. Muhammed’e 610 yılında Mekke’de indirilmeye başlanmıştır. Mekkeli müşriklerin zulümlerine dayanamayan Hz. Muhammed ve ashabı Medine’ye hicret etmek zorunda kalmışlardır. Medine dönemiyle birlikte Müslümanlar bir topluluk olmaktan öteye geçerek bir devlet hâline gelmişlerdir. Hz. Muhammed’in ölümünden sonra Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali’nin halifelik ettiği Hulefâ-i Râşidîn dönemi gelir. Hz. Muhammed ve Hz. Ebubekir devirlerinde İslam Devleti’nin sınırları Arap Yarımadası’nın dışına taşmazken, Hz. Ömer zamanından itibaren Suriye, Filistin, Mısır, Irak, İran, Azerbaycan ile Kıbrıs ve Horasan bölgesi İslam topraklarına dâhil edilmiştir. Hz. Muhammed ve dört halife devrinde mimari pek gelişmemişti. Zaten İslamiyet öncesi Arap toplumunun medeniyet anlayışı ve sonrasındaki mücadeleli ve savaşlarla geçen süreç bu anlamda bir birikimin oluşması için hayli zaman geçmesini gerektirmiştir. Fakat fetihlerle ele geçirilen eski Roma, Bizans ve Sasani topraklarında ise seviyesi oldukça yüksek bir mimari mirasın mevcut olduğu görülür. Bu dönemin mimarisinde en önemli yapılar, kuşkusuz cami ve mescit gibi dinî kimlikli binalardır. Ancak bu eserlerden hiçbiri de günümüze orijinal dokusuyla gelememiştir. Bu dönemin önemli eserleri arasında Kâbe, Mescid-i Nebevi, Basra Mescidi, Kufe Mescidi ve Fustad Amr Mescidi zikredilebilir.

Dört Halife döneminden sonra kurulan Emeviler devri sanatı, İslam sanatının ortaya çıkış ve oluşum evresi olarak dikkat çeker. Roma, Helenistik, Bizans, Sasani ve Kıpti etkileri bir arada bulunduran derlemeci bir anlayışın ürünüdür. Bu kaynaklardan Helenistik, Roma ve Bizans’ın tesirinin çok daha baskın olduğunu söyleyebiliriz. Öte yandan aynı zaman dilimi içerisinde yaygın bir şekilde İslam’ın varlık ve hayat anlayışıyla biçimlenen yeni bir sanat ve mimari form oluşturma çabaları da hissedilmektedir. Cami ve mescitler ile sarayların plan düzenleri, mimari biçimleri ve süslemelerinde bu oluşum ve gelişim sürecinin izlerini takip edebilmek mümkündür. Köklerini Hz. Muhammed ve Dört Halife dönemindeki kapalı bir ibadet mekânı ile etrafı revaklı avludan ibaret cami planı, İslam coğrafyasının farklı noktalarına taşınarak hem yaygınlaştırılmış, hem de kendilerinden sonra ortaya konulan yapılara da model olmuştur. Kudüs’teki Kubbetü’s-Sahra ve Mescid-i Aksa, Şam Emeviye Camii, Kayrevan Sidi Ukba Camii ile Harran Ulu Camii bu dönemin en dikkate şayan anıtları olarak sayılabilir.

Son yıllarda gerçekleştirilen araştırma, inceleme ve kazı çalışmaları neticesinde büyük çoğunluğu Ürdün, Filistin ve İsrail topraklarında bina edilmiş çok sayıda Emevi kasrı ortaya çıkarılmıştır. Yerleşim alanlarında uzakta, çölün ıssız bölgelerinde, su kaynaklarına yakın konumda konuşlanan kasırlar, saray yanı sıra cami-mescit, han, hamam, çeşme, ev, ahır, depo, sarnıç, kuyu, bent ve bahçe gibi çeşitli işlevli birimlerden müteşekkil kompleks yapılardır ve Arapların bedevi nostaljisi olarak tanımladıkları kırsal yaşam kültürü ile gözlerden ırak lüks içinde bir hayat sürebilme arzusunun bir tezahürü olarak değerlendirilebilir. Kusayr-ı Amra, Kasru Ancar, Kasru’lHayru’l-Garbi, Kasru’l-Hayru’ş-Şarki, Kasru Müşetta, Kasru’t-Tuba, Hırbet elMinye, Hırbet el-Mefcer ve Kasru’l-Harane bunlardan bazılarıdır.

Suriye’deki Emevi kültüründen aldıkları ile yerel unsurları (Roma ve Vizigot etkileri) potasında harmanlayarak yeni bir kimlik kazanmış olan Endülüs Emevi sanatı, ince bir zevkin ürünü seçkin eserleriyle kendine has bir karakter sunmaktadır. Kurtuba Camii, Toledo Bab Mardum Camii, Medinetü’z-Zehra, II. Abdurrahman’ın Merida’yı korumak amacıyla yaptırdığı kale bu dönemden kalan önemli eserlerdir.

Endülüs Emevi Devleti’nin 1031’de yıkılmasından sonra İspanya ve Kuzeybatı Afrika’da kurulan Murabıtlar, Muvahhidler, Merinîler ve Nasrîler zamanında da İslam sanatının ihtişamı, ortaya konulan eserlerle yansıtılmaya devam edilmiştir. Cezayir Camiu’l-Kebir, Tlemsen Camiu’l-Kebir, Merakeş Kutubiye Camii, Tinmel Camiu’l-Kebir, Sevilya Camiu’l-Kebir ve Hiralda olarak bilinen minaresi, Rabat Hasan Camii, Tlemsen Mansura Camii, Fas Ebu İnaniye Medresesi ile Gırnata el-Hamra Sarayı bu dönemlerin izleri silinemeyen anıtları olarak hâlâ belleklerde yer eden önemli tarihî kalıntılardır.