İslam’da Hat, Cilt ve Ebru Sanatı
Hat Sanatı, Yazı çeşitleri, Hat Sanatında Kullanılan Bazı Alet ve Malzemeler
Sanat, toplumun birçok değerlerini bünyesinde toplayan bir müessese ve içinde bulunduğu topluluğa ayna tutan sadık bir dosttur. Kuvvetini ve gücünü milletten aldığı için, onda, bedii güzellikler yanında, toplumun öz kişiliği de mevcuttur. Sanat, insanın içinde yaşadığı milletin kültürü, örfü, ananesi, zekâsı, ahlak nizamı ile maddi ve manevi duygularıdır.
M.Ö. 7000’lere kadar mazisi olan milletimizin, Türk Kültür ve Medeniyeti yanında bir de şanlı bin küsur senelik Türk-İslam Kültür ve Medeniyeti vardır ve kolayca elde edilmiş bir birikim değildir. Bu mirasın korunması ve gelecek nesillere aktarılması gereklidir. Zira medeniyetlerin seviyesi bıraktıkları eserlerin kıymetiyle ölçülür.
Hat, ebrû ve cilt sanatı, Türk- İslam medeniyeti çerçevesinde doğmuş ve gelişmiş güzel sanatlardandır. Bu sanatlar İslam’ın doğuşuyla hızlı bir yükselme devresine girmiş ve günümüze kadar canlılıklarını koruyarak her biri bir sanat şubesi olmuştur.
Hat sanatı, İslam medeniyeti çerçevesinde Arap yazısına bağlı olarak doğmuş ve gelişmiş güzel sanatlardan biridir. Arap yazısının menşei hakkında farklı görüşler vardır. Bunları üç grupta toplamak mümkündür. Tevkîfî, Himyeri ve Nabatî. Arap yazısı Nabatî ve Arâmî halklarıyla Fenike yazısına bağlanır. Nabatî yazısından Arap yazısına geçişin muhtelif safhalarını müşahedeye imkân veren kitabelerin en eskileri şunlardır: Ümmü’l-Cimâl (M. 250), en-Nemâre (M. 328), Zebed (M. 512), Üseys (M. 528), Harran (M. 568) ve VI. asra ait olduğu tahmin edilen II. Ümmü’l-Cimâl.
İslamın ilk yıllarında yöresel isimlerle adlandırılan yazı kûfî ismini aldıktan sonra bundan altı çeşit yazı türemiştir. Bu yazı çeşitleri Emevîlerden başlayarak gelişe gelişe Osmanlılarda zirveye ulaşmıştır.
İslamın Başlangıcında Arap Yarımadasında Yazı
Araplar cahiliye döneminden itibaren yazının değerini ve önemini takdir etmişlerdi. Önemini de biliyorlardı. Fakat yazıyı çok kullanmıyorlardı. Genellikle bunun sebebi de günlük hayatlarında buna ihtiyaç duymamaları idi. Bu sebeple okuma yazma bilenlerin sayısı azdı. Bazı rivayetlerde; İslam’ın doğuşunda Mekke’de on yedi erkek ve yedi kadın, Medine’de de on bir kişinin yazı bildiği söylenir.
İslamiyet’ten önce, Araplar arasında yazı herhâlde sanıldığından çok kullanılıyordu. Nitekim bu devirde Musevilerin ve Hıristiyanların elinde İbrânî ve Süryanî dillerinde yazılmış kitaplar bulunuyordu. Hatta bu arada bazı Arapça Kitabelerdeki yazılar, dikkatle tetkik edilince bunlarda Arap yazısının iptidai şekillerinin mevcut olduğu görülür. İslami devre en yakın olan bu kitabelerde harflerin hem köşeli hem yuvarlak bir karaktere sahip olduğu ve Arap yazısı istikametinde geliştiği görülür.
Emevîler Devrinde Yazı (M. 661 -749)
Emevîler Şam’da hilafeti ilan edip İslam devletinin başına geçince siyaset ve ilim hayatı da buraya kaydı. Bu sefer de Arap yazısı Şâmî adını aldı. Fakat bu, kufiden başka bir şey değildi. Kaynakların genellikle kabul ettiklerine göre Emevîler Devrinde yetişen Kutbetü’l-Muharrir adındaki meşhur hattat kufiye şekil vererek onda değişiklik yapmış ve dört çeşit yazı meydana gelmiştir. Bunlar celî, tumar, sülüs ve nısfdan ibarettir. Bu dönemde kalemin değişik şekillerde tutularak kâğıt üzerinde kaydırılması ve küçük veya iri şekillerde yazılması suretiyle değişik isimler verilen bazı yazı çeşitlerinin meydana çıktığı anlaşılmaktadır.
Abbasîler Devrinde Yazı (749-1258)
Emevîler’in son yıllarında yetişen Kutbe’nin yazıya az çok güzellik getirdiğini bildiren kaynaklar, Abbasîlerin ilk yıllarından itibaren hattatlığın gelişmeye başladığını, çeşitli yazıların ortaya çıktığını yazarken ilk Abbasî halifesi Saffah(slt. 749-754) devrinde yaşayan hattat Dahhak b. Aclan ile Mansur Devrinde (slt. 754- 775) yaşayan hattat İshak b. Hammâd’dan (ö. 771) övgüyle bahsederler. Bu iki kişi kufide üstat olmakla birlikte eğer kaynakların dediği doğru ise celî denen iri yazıyı da güzelleştirdiler.
Halife Memûn Devrinde (slt. 813-833) yazı sanatı daha fazla önem kazandı.
İshak b. Hammâd’ın talebesi Yusuf-ı Secerî de (ö. 825) yazıda kuvvetli bir kişi idi.
Yusuf-ı Secerî’nin kardeşi İbrahim-i Secerî de (ö. 815) Hammâd’dan istifade ederek sülüseyn ve sülüs adı verilen iki yazı icat etti. Daha sonra İbrahim’in talebelerinden olup halife Memûn devrinde yaşamış olan Ahvel el-Muharrir nısf, hafifü’s-sülüs, müselsel, gubâru’l-hilbe, muâmerat, kısas ve havâicî adları verilen yazıları ortaya koymuştur.
Bu döneme baktığımızda, İbn-i Mukle’dan (ö. 940), İbn-i Mukle mektebinin ikinci merhalesini temsil eden İbnü’l-Bevvâb (ö.1022), İbn-i Mukle’nin seviyesine ulaşmak için, yıllarca onun yazılarını inceledi ve taklit etti; İbn-i Mukle yazısını geliştirdi ve güzelleştirdi. İbnü’l-Bevvâb’dan iki asır sonra, Cemâleddin Yâkût b. Abdullah elMustasimî (ö. 1298), yazıya yeni bir nefes verdi. Yakut uzun süre İbn-i Mukle ve İb’ü'l- Bevvâb’ın yazılarını inceleyerek, yazıda yeni bir tavır ortaya koymuştur.
Selçuklularda Celî Yazı
Selçuklularda mimari eserlerde celî sülüs ve kûfî kullanılmakla birlikte celî sülüs daha çok tercih edildi. Celî sülüs hem yalın hem de zemini süslü olarak, kûfîler ise tezyinî olarak kullanılmıştır. Bu dönemdeki yazıların ortak özelliği harflerin cılız, dik harflerin yukarıdan aşağı doğru incelmesidir. Ayrıca, yazıda kalem hareketlerinin özelliklerini görmek mümkün değildir. Horasan Selçukluları devrinde yapılıp bünye değişikliği geçirmeden zamanımıza kadar gelen camiler şunlardır:
Zevvare Mescid-i Cuma’sı, Ardistan Mescid-i Cuma’sı.
Anadolu Selçukluları döneminde mimari eserlerde kûfî, muhakkak ve celî sülüs yazı kullanılmıştır. Divriği Ulu Camii (m. 1129) taç kapısında zemini süslü celî sülüs yazılarıyla dikkat çekmektedir. I. Alaaddin Keykubad’ın kızı Hond Hatun tarafından inşa olunan Erzurum Çifte Minareli Medresesi (XIII. yüzyıl sonu) yazıları celî sülüs olup zemini kıvrık dallı motiflerle süslenmiştir. Hatlar dönemin özelliklerini taşımaktadır. Konya Sırçalı Medrese (m. 1242), Divriği Sitti Melik Türbesi (m. 1195) taç kapıları, Divriği Ulu Camii (m. 1229) inşa kitabesi yazıları celî sülüs olup zemini kıvrım dal rumî ve geometrik desenlerle süslüdür. Aksaray Sultan Hanı kapısı (m. 1229), Konya İnce Minareli Medrese (m. 1258) taç kapısı ve Konya Karatay Medresesi (m. 1251- 1252) yazıları örgülü kûfî ve makılî yazıdır. Tercan, Mama Hatun Kümbeti, Saltuklulardan kalma abidevî bir eserdir. Kullanılan yazı kûfî ve zemininde kıvrım dallı motiflerin yer aldığı celî sülüstür.
Osmanlı Dönemi Hat Sanatı
Osmanlıların ilk dönemi ile beylikler dönemi hat sanatına baktığımızda Anadolu Selçuklu hat sanatı izlerini görürüz. Sivas, Kayseri, Konya, Amasya, Manisa, Bursa ve Edirne gibi şehirler Anadolu Selçuklu ve Osmanlı döneminde önemli kültür merkezleri idi. Yakût ve talebelerinin yazı üslubu bu merkezlerde öğretiliyordu. Günümüze kadar ulaşan el yazma eserler ve kitabeler İstanbul’un fethine kadar Osmanlı’da Yakût üslubunun sürdüğünü göstermektedir.
XV. yüzyılda meşhur Türk hattatı Şeyh Hamdullah (ö. 1520) ile yeni bir dönem ve ekol başlarken o asırdaki bütün hattatlarının da üstadı olmuştur. XV. yy.da yetişen sanatkârlardan biri de Ali b. Yahya Sofi’dir. Ahmed Karahisari Osmanlı sanatına güzel, lakin daha sonra birkaç talebesi dışında devam ettirilmeyen bir üslup getirmiştir. XVII. yüzyılda Hafız Osman’la Türk yazı üslubu, yeni bir yükseliş devrine girmiştir. Zamanın bütün hattatları ondan ders alıp onun yazı sanatını benimsemişlerdir. Daha sonra Şevkî Efendi, Mustafa Rakım ve Mehmet Esat Yesari, Kadıasker Mustafa İzzet Efendi ve Yesarizade Mustafa İzzet Efendi tanınmış hattatlardandır.
Yazı Çeşitleri
KÛFİ: Kûfe’ye ait (yazı). Kûfe şehrinde gelişen yazıya, oraya nispetle, kûfî veya kûfî
Yazısı denilmiştir. Bu yazı daha çok kitâbe, sikke ve Kur’ân-ı Kerim yazısı olarak kullanılmış, geometrik bir yazı türüdür.
MUHAKKAK: Bu yazının kalem genişliği 2,5 – 3 mm olup, harfler yazılırken hiçbir fedakârlık yapılmaz, kalemin bütün hakkı verilir. Büyük boy Kur’an-ı Kerim ve diğer kitaplarda, XVI. yüzyıla kadar mimari eserlerde kullanılmış bir yazıdır. Günümüzde pek kullanılmamaktadır.
REYHÂNÎ: Muhakkak’ın üçte bir küçüklüğündedir. Kalem kalınlığı nesih kalemi kadardır. Daha çok Mushaf kitabetinde ve kitap sanatlarında kullanılmıştır.
SÜLÜS: Harflerinin dört kısmı düz ve iki kısmı yuvarlak yazı diye tarif edilmiştir. 2-3 mm kalınlığındaki kalemle yazılan sülüsün yuvarlaklığı nesih’e nazaran daha azdır. Yazı öğrenimine sülüsle başlanır. Bugün İslam âleminde en çok tanınan yazıdır. Her çeşit gaye için (levha, kitap başlığı gibi) kullanılmıştır.
NESİH: Kalem kalınlığı Sülüs’ün üçte biri kadardır (1mm). Sülüs karakterinde bir yazıdır.
TEVKÎ: Sülüs’ün kurallarına bağlı olmakla birlikte ölçü itibariyle onun biraz küçüğü ve adeta fazla özen gösterilmeden yazılan şeklidir. En belirgin özelliği, birleşmeyen elif, râ ve vav gibi harflerin yazıda birbirine bağlanabilmesidir. Kalem kalınlığı sülüse yakındır (2-3 mm). Günümüzde pek kullanılmamaktadır.
RİKÂ: Rikâ, Tevkî’nin küçük boyda yazılan şekli olup onun kurallarına bağlıdır. Düzlüğü ve yuvarlaklığı değişik, çoğu harfleri bitişiktir. Günümüzde pek kullanılmamaktadır.
TALÎK: İranlılar, önceleri Arap yazısını değiştirmeden olduğu gibi kullanırken zamanla bu yazıdan kendi anlayış ve zevklerine uygun, Arap yazısından farklı, bambaşka karakterde bir yazı meydana getirmişlerdir. Tevkî, rikâa ve nesih yazıların karışımından mürekkep bu yazıya talîk adı verilmiştir.
RİKA: Harekesiz olup, dîvâni kaleminin biraz daha kısılarak harf şekillerinin
Sadeleştirilmesinden ve kavis meyillerinin azaltılıp harekette süratin çoğaltılmasından ibaret olan bir yazı” şeklinde tarif edilmiştir.
Dîvânî ve Celî Dîvânî: Padişahın irade, buyruk ve emirlerini yazmak için kullanılan yazı. Dîvânî yazıda harfler birbirine birleştirilerek işlerlik kazandırılmıştır. Satırlar, giderek kıvrılan ve sivrilen bir şerit gibidir. Dîvânînin satır sonlarında sıkışma ve yukarıya doğru yazılma özelliği vardır.
Ebrû Sanatı
Ebrû sanatı bir renk cümbüşüdür. Sonuca gitme bakımından kısa bir zamanda yapılabilen bir sanattır. Bu sahada yeterince kaynak ve örnek bulunmamaktadır. Bu sebeple sanatın kaynağı hakkında kesin bir şey söylemek zordur.
Ebrû kelimesi, ilkkez “ebre”, 16. asır başlarında İran’da “bulutumsu” manasına gelen “ebrî”, Türkçede “ebrû”, Avrupa’da “Türk Mermer Kâğıdı” şeklinde kullanılmıştır.
Ebrûnun: Battal ebrû, akkâse ebrû, bülbül yuvası ebrû (çark-ı felek ebrû), çiçekli ebrû, gel git ebrû, hafif ebrû, hatîp ebrûsu, taraklı ebrû, kılçıklı ebrû, koltuk ebrûsu, kumlu ebrû, neftli ebrû, serpmeli ebrû, şal ebrû, yazılı ebrû vs. çeşidi vardır.
Şebek Mehmed Efendi (XVI. yüzyıl), Ayasofya Camii hatibi Mehmed Efendi (ö. 1773), Şeyh Sâdık Efendi (ö. 1846), kardeşi Salih ve oğlu Hezârfen İbrahim Edhem Efendi (ö. 1904), Bekir Efendi (XIX. yüzyıl), Hattat Sâmi Efendi (ö. 1912), Hattat Aziz Efendi (ö. 1934) vs. meşhur ebrucular tesbit edilmiştir. Günümüzde deFuat Başar, Sadrettin Özçimi, Alpaslan Babaoğlu, Hikmet Barutçugil ve Ahmet Çoktan gibi sanatçılar bu sanatı devam ettirmektedirler.
Cilt Sanatı
İlk Türk ciltleri Uygur Türklerine aittir. İslam cilt sanatına ait bilinen en eski numuneler Mısır ve Tunus’ta bulunan ciltlerdir.
Klasik Osmanlı cilt sanatı, Türk-İslam cilt sanatının en büyük temsilcisi olmuş ve bu durum XX. yüzyıla kadar devam etmiştir.
Cilt çeşitleri: Çarköşe cilt, ebrû, rugan, zerduva, kumaş cilt, yazma cilt, gömme cilt, yekşâh cilt, zilbahâr cilt ve mülevven cilt’tir.