Batılılaşma Dönemi Osmanlı Mimarisi
XVIII. yüzyılda Batılılaşma Dönemine geçiş Lale Devri ile başlatılır. Uzun ve etkili bir dönem olarak hissedilen barok, ağırliklı olarak süslemede görülen rokoko, XIX. yüzyılın ilk yarısında Klasik Osmanlı mimari ve süslemesine tamamen yabancı olan ve ana çizgilerini eski Yunan-Roma sanatlarına dayandıran Ampir Dönem ile XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren bilinen ve bütün sanatlardan alınan unsurlarla eklektik denilen seçmeci bir üslup olarak sınıflandırmak mümkündür.
Lale Devri’nin en önemli külliye örneği Üsküdar Yeni Valide Külliyesidir (1708-1710). Klasik Osmanlı sanatının ana prensiplerinden vazgeçilmediğini gösteren külliyede bununla birlikte süsleme başta olmak üzere ayrıntılarda bazı yenilikler de göze çarpmaktadır.
Osmanlı mimarisinde genel kabul gördüğü üzere barok dönem Lale Devrini izleyen ve Sultan II. Mahmut Dönemine kadar uzanan üslup evresidir.
Osmanlı sanatında barok ile birlikte gelişim gösteren rokoko üslubu ise daha çok süslemeyi tanımlamak için kullanılmaktadır. Barok ve rokoko süslemenin temel unsurlarını S ve C kıvrımları, bu kıvrımlar ile oluşturulan dekoratif kemerler, akant yaprakları, sırtları S ve C kıvrımlı yapraklar, dolamadal, istiridye kabuğu, püskül , volüt, tepelik ve kartuş gibi motifler oluşturur.
1748-1755 tarihli İstanbul Nur-u Osmaniye Camii, barok üslubun en iyi temsilcisidir. Caminin avlusu, Türk sanatında başka hiçbir yapıda karşılaşılmayan yarım yuvarlak biçimiyle barok etkilidir.
Türbe ve mezar taşları batılılaşma etkilerinin görüldüğü diğer eserlerdir. Eminönü Nur-u Osmaniye Camii avlusundaki Şehsuvar Sultan Türbesi (1755), Laleli’deki III. Mustafa Türbesi (1759-1763), dış çizgilerinde ve pencere kemerlerinde barok üslubun özellikleri kuvvetle hissedilir.
Su mimarisinin en belirgin yapıları olan çeşme ve sebiller barok üslubun en yoğun görüldüğü eserlerdir. XVIII. yüzyılda ortaya çıkan meydan çeşmeleri genellikle sebilllerle birlikte tasarlanmıştır.
Dolmabahçe’de Mehmet Emin Ağa Çeşme ve Sebili (1740), Beyazıt’ta Seyyit Hasan Paşa (1745), Nur-u Osmaniye (1755), Emirgan’da I. Abdülhamit Çeşmesi (1782), Üsküdar’da Hibetullah Sultan Çeşmesi (1791) barok ve rokoko üsluplarının önemli temsilcilerindendir.
Ampir üslubu, Sultan II. Mahmut döneminde başlayan ve etkilerini XX. yüzyıl başlarına kadar sürdüren (imparatorluk üslubu) yeni bir akımdır.
Tophane’de 1823-1826 yıllarında yaptırılan Nusretiye Camii, eski külliyelerden farklı olarak etrafında tophane binaları ve topçu kışlası ile birlikte yaptırılmıştır. Camide ampir üslubu, barok unsurlarla birlikte kullanılmıştır.
Yıldız Sarayı Parkı’ndaki Küçük Mecidiye Camii (1848) ampir özellikler göstermekle beraber, minaresinin şerefe kısmı ince sütunlara dayanan kemerleriyle gotik tarzı hatırlatır ve daha sonra ortaya çıkacak eklektik üslubun ilk örneğini oluşturur.
Osmanlı SSanatında ampir üslubun barok ve rokoko üsluplarla birlikte uygulandığı iki muhteşem eser de Sultan Abdülmecit’in annesi Bezmialem Valide Sultan adına yaptırılan Dolmabahçe Camii (1853-1854) (Resim 10 11) ile Sultan Abdülmecit tarafından yaptırılan Ortaköy (Büyük Mecidiye) Camidir.
Bu üslubun en başarılı örneklerinden biri İstanbul Divanyolu’ndaki II. Mahmut Türbesi ve Sebilidir. Türbe, sebil, çeşme, odalar ve hazireden oluşan külliyenin batı köşesinde bulunan Sultan II. Mahmut Türbesi XIX. yüzyıl Osmanlı türbe geleneğini devam ettirir.
XIX. yüzyılın ortalarından itibaren Osmanlı mimarisi eklektik (seçmeci) üslupların etkisinde kalmıştır. Bunların içerisinde belirenler neo-rönesans, neo-barok, neo-gotik, neo-klasik ve oryantalizimdir.
Avrupa’da XIX. yüzyılda ortaya çıkan eklektisizm içerisinde yer alan neorönesans akımında Rönesans yeniden canlandırılmıştır.
Bu üslupta cephelerde yuvarlak kemerli ve yüksek profilli biçimler zaman zaman neo-barok özelliklerle bütünleşir. Dolmabahçe Sarayı, Beylerbeyi Sarayı, Küçüksu Kasrı üzerinde bu üsluplar izlenebilir.
Neo-rönesans biçim dilini daha yalın alınlıklı ve sütunlu olarak ifade eden neogotik ya da gotiği canlandıran üslup, özellikle İstanbul’da bir yandan art nouveau üslubuyla bir yandan da oryantalist biçimlerle kaynaştırılmıştır.
Bu dönemin en ihtişamlı yapısı arasında Aksaray’da Valide Camii (1871), Yıldız Camii (1886) ve Çırağan Sarayı (1871) cephelerinde saf olmamakla birlikte neo-gotik üslup hâkimdir.
Yunan ya da Roma mimarlığını yeniden yorumlayan neo-klasik biçim Osmanlı mimarisinde en çarpıcı örneğini İstanbul Arkeoloji Müzesi ile vermiştir.
Oryantalizim doğu kökenli biçim ve motifleri kullanan seçmeci bir üslup anlayışı olarak İstanbul’da, diğer üsluplarla eş zamanlı olarak XIX. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkmıştır.
İstanbul’da oryantalist biçimi yansıtan ilk örnek Mustafa Reşit Paşa Türbesi’dir. Oryantalist mimarinin benimsenmesinde ve yayılmasında etkili olan en başarılı örnek ise Çırağan Sarayı’dır.
Batılılaşma Döneminde Ağrı/Doğubeyazıt’ta bulunan İshak Paşa Sarayı (1785) başkent İstanbul’un dışında yaptırılan görkemli yapısı ile özel bir yere sahiptir.