Bebeklik ve Çocukluk Döneminin Sosyal ve Çevresel Yönleri
Toplumsallaşma, bireyin yaşadığı toplumun değerlerinin ve kurallarının, yanlış ile doğrunun bireye aktarılma sürecidir. Toplumsallaşma, “bireylerin, özellikle de çocukların aile, okul, toplumsal çevre ve kitle iletişim aracılığıyla içinde yaşadığı toplumun kültürünü ve bu kültürün adet, gelenek ve göreneklerini öğrenci süreci” olarak da tanımlanabilir [1] ve ek olarak toplumun kültürünün, nesilden nesile aktarımında önemli rol almaktadır [2]. Bir başka tanıma göre ise; toplumsallaşma bireyin kişisel yaşam öyküsünün sonuçları olarak betimlemektedir [3]. Bu bireyin kişisel yaşam öyküsü; yaşamakta olduğu toplumun dilini, değerlerini, ahlâkını, kurallarını, tavırlarını diğer bir deyişle yaşadığı toplumda ilerlemek için gerekli olan bütün bilgi kümelerinin aktarılmasını ve içselleştirilmesini içermektedir. Yaşam boyu devam eden toplumsallaşma sürecinin büyük bir kısmı çocuklukta kazanılmaktadır. Çocuklar, başlangıçta yaşadıkları toplum hakkında hiçbir şey bilmemektedir. Bu nedenle başlangıçta toplumsallaşma, boş bir kağıda yazı yazmak gibidir. İlk olarak ailede başlayan toplumsallaşma süreci daha sonrasında toplumun farklı kurumlarında değişim göstererek devam eder.
Yukarıda da belirtildiği gibi aile toplumsallaşmanın ilk gerçekleştirildiği kurumdur. Toplumsallaşma süreci öncelikle aile üyeleri tarafından başlatılmaktadır. Anne, baba, kardeşler, akranlar ve daha sonra da sosyal çevresi ile gerçekleşen iletişim ve etkileşimler ile çocuğun toplumsallaşma sürecinin temel taşları atılmaktadır. Özellikle ebeveynlerin çocuğa yönelik tutumları, çocuğun kişilik ve davranış özelliklerinin biçimlenmesinde ve şekillenmesinde önemli rol oynamaktadır. Bu nedenle çocuğun ilerleyen zamanlarda hem toplum için hem de bireysel gelişimi için aile öncelikli belirleyici olmaktadır.
Çocuğun psikososyal gelişimi üzerine birçok kuramcılar tarafından birçok teoriler geliştirilmiştir. Bu teorilerden en tanınmışı Erikson tarafından geliştirilen Psiko-Sosyal gelişim kuramıdır. İnsan, diğer canlılardan düşünme, yargılama, düşüncelerini sözcüklere dökebilme, duygulara sahip olma gibi özellikleri ile ayırt edilmektedir. Bu özelliklerin yanı sıra başka canlılarda var olmayan belirli ahlaki değer ve kurallara da sahiptir. Yaşamı boyunca tüm ilişkilerini bu ahl âki kural ve değerlere göre yönetip sürdürmektedir. Ancak her zaman bu kural ve değerlerine uygun davranışlar sergileyememekte; tutarsız davranışlar gösterebilmektedir. Kohlberg’in kuramına göre, kişilerin ahlâki gelişimlerinin her biri iki evre olmak üzere toplam üç düzeyden oluşmaktadır. Düzey ve evreleri şu şekildedir: Geleneksel öncesi düzey (1. evre, İtaat ve ceza yönelimi, 2. evre, hazcı ve araçsal yönelim), Gelenesel düzey (3.evre, Karşılıklı Kişisel Beklentiler, İlişkiler ve Kişilerarası uyum, 4. evre; toplumsal düzen ahlakı) Geleneksel sonrası düzey (5. evre, Sosyal sözleşme ve bireysel hakları, 6. evre; Evrensel ahlâk ilkeleri). Günümüzde sosyal öğrenme kuramı denilince akla ilk gelen Albert Bandura’dır. Bandura bireylerin, davranışları nasıl öğrendiklerini anlamaya ve açıklamaya çalışmıştır. Bandura’ya göre; bireyler toplumda diğer bireyleri gözlem yaparak (taklit veya model alma) ve onların yaptığı davranışların ödüllendirilmesini veya cezalandırılmasını gözlemleyerek öğrendiklerini ileri sürmüştür. Bu bağlamda ödül verme veya onaylanma ile istenen davranışların tekrarlanma olasılığı da artış göstermekte ve bu gözlemler yaşam boyu gelişimin önemli bir parçasını oluşturmaktadır.