Psikodinamik Teori ve Psiko-Sosyal Gelişim Teorisi
Kişilik,“bireyin iç ve dış çevresiyle kurduğu, ayırt edici, tutarlı ve yapılaşmış bir ilişki biçimi” olarak tanımlanır. Kişiliğin bir bölümü , genlerle aktarılarak doğuştan gelir, bir bölümü ise fiziksel ve sosyal çevre, yetiştirme biçimi, kültür, yaşam olayları gibi etmenler tarafından şekillenir.
Kişiliğin nasıl oluştuğu ve yaşam boyunca nasıl geliştiğini inceleyen pek çok teori bulunmaktadır. Psikodinamik Teori ve Psiko- Sosyal Gelişim Teorisi bu teoriler içinde yer alır.
Freud; kişiliğin yapısını ve gelişimini farklı teoriler ile açıklamıştır. Bu teorilerden Topografik ve Yapısal Teoriler kişiliğin yapısını; Psikoseksüel Gelişim Teorisi ise, bebeklik döneminden başlayarak kişiliğin nasıl geliştiğini açıklar.
Topografik Teori'ye göre, bilinç, bilinç öncesi ve bilinçaltı olmak üzere üçlü bir yapı vardır. Bilinç, bireyin nedenini bildiği düşünce, algılama ve davranışları içerir. Bilinç öncesi ise farkında olmadığımız ancak uyaranlar etkisi ile hatırlamamızın mümkün olduğu düşünce ve algılamaları içerir. Bilinçaltı ise, farkında olmadığımız ve çoğunlukla diğer insanlar ve toplum tarafından onaylanması zor olan, saldırganlık, kıskançlık, cinsellik gibi daha ilkel düşüncelerimiz, duygularımızın bulunduğu bölümdür. Freud, kişiliğimizin büyük bir kısmının bilinçaltında bulunduğunu söylemektedir.
Yapısal Teori'ye göre de kişiliğimizi biçimlendiren id, ego ve süperegodan oluşan üçlü bir sistem bulunmaktadır. id, kişiliğimizin en dürtüsel, saldırgan ve ilkel bölümüdür. Haz ilkesine göre işler, her istediğini canı çektiği zaman ve canı çektiği biçimde yapmak ister. Ego, id ile süperego arasında bir köprü görevi görür. Asıl amacı idden gelen istekleri yerine getirmektir. Ancak, süperegodan gelen kısıtlamaları da dikkate almalıdır. Gerçeklik ilkesine göre işler. Süperego ise kişiliğimizin vicdanlı bölümünü oluşturur. Doğruluk ilkesine göre işler.
Bazen, idden gelen isteklerle süperegodan gelen istekler arasında ciddi farklılıklar olur. Ego ikisi arasında bir denge kurmakta zorlanır. Bu çatışmaları çözmek ve kişilik bütünlüğünü sağlamak için bazı savunma mekanizmalarını kullanır. Her birey ego savunma mekanizmalarını zaman zaman farkında olmadan kullanır. Bazı savunma mekanizmaları bireyin suçluluk duygularını azaltır, benlik saygısını arttırır. Örneğin; toplum tarafından saldırgan davranışlar genelde kabul görmez. Ancak kişi, dövüş sporları ile ilgilenerek, saldırganlık duygularını toplum tarafından kabul edilebilir bir hale getirir, yani yüceltmiş olur. Ders çalışmadığı için sınavını geçemeyen bir öğrenci, öğretmenin kendisini sevmediğini düşünebilir, böylelikle kendi sorumluluğunu yerine getirmediği içi sınavdan kaldığını düşünmek bireyde suçluluk duygusu yaratacakken suçu öğretmene atmak, bireyi rahatlatır. İş yerinde patronuna sinirlenen bir çalışan, bunu doğrudan patronuna söylerse kovulabilir bu nedenle o da eve gidip çocuğuna bağırır. Yani öfkesi başka birine yönelir, yön değiştirir, böylelikle öfkesini ifade ettiği için zarar görmez. Ancak, savunma mekanizmalarının sürekli kullanılması, bireyi gerçek dünyadan uzaklaştırabilir, ruh sağlığını bozabilir.
Freud'a göre, kişiliğin temeli ilk beş yılda atılır. Freud kişiliğin oluşmasında dürtüsel ihtiyaçların etkili olduğunu söylemiş, çevresel, sosyal ve kültürel olayların etkisini önemsememiştir.
Erikson ise, kişiliğin doğumdan ölüme kadar sürekli bir gelişme içinde olduğunu; sosyal ve çevresel faktörlerin bireyin kişiliğini olumlu ya da olumsuz yönde etkileyebildiğini ifade etmiştir. Erikson tarafından geliştirilen bu teori, kişiliğin gelişimini, çocukluktan başlayarak yaşlılık dönemine kadar ele almıştır. Başka bir deyişle, Erikson, Freud’un aksine, kişiliğin ilk beş yıl içinde değil, yaşam boyunca geliştiği ve değiştiğini savunmaktadır. Yine, Freud’un aksine Erikson, bireyin kişilik gelişiminde cinselliğin önemli olduğunu kabul etmekle birlikte psiko sosyal faktörlerin de en az cinsellik kadar hatta kimi durumlarda cinsellikten daha önemli olduğunu savunmuştur.