Gelir Vergisinde Konu, Mükellef ve Vergiyi Doğuran Olay

Genel olarak vergi sistemi kavramı, belirli bir ülkede belirli bir zaman kesitinde yürürlükte bulunan tüm vergileri anlatır.

Bireylerin vergi ödeme gücünü elden geldiğince geniş ölçüde kavramaya çalışan dünya ülkeleri farklı kaynaklardan vergi almaktadır. Alınan vergilerin dayanağını teşkil eden hukuk kuralları ise ülkenin vergi sistemini oluşturmaktadır. Türkiye’de uygulanan vergiler Türk Vergi Sistemini meydana getirir.

Türk Vergi Sistemini oluşturan başlıca vergiler üç ana başlık altında gruplandırılabilir:

  • Gelir Üzerinden Alınan Vergiler (Gelir Vergisi ve Kurumlar Vergisi)
  • Harcamalar Üzerinden Alınan Vergiler (Katma Değer Vergisi, Özel Tüketim Vergisi, Damga Vergisi, Gümrük Vergisi, Banka ve Sigorta Muameleleri Vergisi, Harçlar, Değerli Kağıtlar Vergisi)
  • Servet Üzerinden Alınan Vergiler (Emlak Vergisi, Motorlu Taşıtlar Vergisi, Veraset ve İntikal Vergisi)

Gelir vergisinin konusu gerçek kişilerin geliridir. Gelir kavramının vergi hukuku yönünden tanımlanması amacıyla başlıca iki teori geliştirilmiştir. Bu teoriler, kaynak teorisi ve safi artış teorisidir. Kaynak teorisine göre gelir, belli bir üretim faaliyetine katılma sonucunda düzenli ve sürekli şekilde elde edilen veya bu şekilde elde edilmesi mümkün olan ekonomik değerleri ifade eder. Safi artış teorisine göre ise, verginin konusunu oluşturan gelir kavramının belirlemesinde üretim faktörlerine bağlılık ve devamlılık özelliklerinin aranmasına gerek yoktur. Hangi kaynaktan doğarsa doğsun kişisel servette oluşan artış ya da başka bir anlatımla belli bir dönemde satın alma gücünde oluşan yükselme gelir kapsamında düşünülür.

Gelir Vergisi Kanunu'nun geliri oluşturan kazanç ve irat tiplerini tek tek sayarak belirtmiş olmasından yola çıkarak kanunda benimsenen temel felsefenin kaynak teorisine uygun olduğunu söyleyebiliriz. İlk altı unsur bakımından bu husus çok açık olmakla birlikte “diğer kazanç ve iratlar” adını taşıyan yedinci gelir unsuru bakımından belli ölçüde de olsa safi artış teorisine yaklaşan bir düzenleme şeklinin tercih edildiği görülmektedir.

Gelir vergisinin mükellefleri gerçek kişilerdir. Gelir Vergisi Kanunu mükellefleri tam mükellef ve dar mükellef olmak üzere iki kısımda değerlendirmektedir. Bu ayrıma ilişkin düzenlemeler Kanunun 3, 4 ve beşinci maddelerinde yer almaktadır.Türkiye’de yerleşmiş olanlar ve Resmî daire ve müesseselere veya merkezi Türkiye’de bulunan teşekkül ve teşebbüslere bağlı olup adı geçen daire, müessese, teşekkül ve teşebbüslerin işleri dolayısıyla yabancı memleketlerde oturan Türk vatandaşları tam mükelleftir. Türkiye’de yerleşik olmayan ya da Türkiye’deki bir kurum adına yurt dışında oturur durumda olmayan kişiler sadece Türkiye’de elde ettikleri gelirler üzerinden gelir vergisi ödemek üzere dar mükellef olarak nitelenmektedir. Bu ayrımın temel sonucu, tam mükelleflerin yurt içinde ve dışında elde ettikleri gelirlerin tamamı üzerinden, dar mükelleflerin ise sadece Türkiye’de elde ettikleri gelirler üzerinden gelir vergisi ödemek zorunda olmalarıdır.

Gelir vergisi açısından baktığımızda vergiyi doğuran olayın “gelirin elde edilmesi” olduğu görülmektedir.

Gelir Vergisi Kanunu'nun elde etme kavramı bakımından ticari ve zirai kazançlar ile menkul sermaye iratlarında “tahakkuk” ilkesini, ücret, serbest meslek kazancı, gayrimenkul sermaye iradı ile diğer kazanç ve iratlarda ise “tahsil” ilkesini benimsediği söylenebilir.