Niyazi Berkes
Niyazi Berkes, Türk sosyoloji tarihinde Kemalizmi ve çağdaşlaşmayı savunan yorumlarıyla öne çıkan bir sosyologtur.
1930’lu yıllarda yazdığı birkaç makaleyi hesaba katmazsak Berkes’in yazı hayatında, sosyolojik çalışmalarında iki canlı, iki de flu dönem vardır. Canlı dönemleri 1940’lı ve 1960’lı (1940- 1946 ve 1961- 1980), flu dönemleri ise 1950’li ve 1980’li yıllardır.
Yaşamı
Berkes, 1908 yılında, Kıbrıs'ta doğmuştur. 1928’de İstanbul Erkek Lisesi’ni bitirmiş ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne kayıt yaptırmıştır. Ancak bir yıl sonra buradan ayrılarak Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’ne geçmiştir. Üniversiteyi bitirdikten sonra bir süreliğine Ankara Maarif Cemiyeti Ortaokulu ve Halkevi Kütüphanesi’nde müdürlük yapmış, 1934’te İstanbul Üniversitesi’nde asistan olmuştur. 1935 yılında ise Amerika -Chicago Üniversitesi’nden aldığı bir burs teklifini değerlendirerek doktora eğitimi için Amerika’ya gitmiştir. Berkes, ABD dönüşü Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih - Coğrafya Fakültesi Sosyoloji Kürsüsü'nde asistan ve yine aynı yerde 1941 yılında doçent olmuştur. Kendisine 1948 yılında üniversiteden çıkarılma cezası verilmiştir. Berkes, 1952 yılında Kanada'nın McGill Üniversitesi'nde iş bulmuş ve orada öğretim üyeliğine devam etmiş, emekli olduktan sonra İngiltereye yerleşmiş ve İngiltere'de, 1988 yılında vefat etmiştir.
Sosyoloji Anlayışı
Berkes, mesleki yaşamının ilk döneminde (1935- 1950) yapısal - fonksiyonalizmden etkilenmiş, 1940'lı yıllarda, arkadaşlarıyla oluşturduğu Ankara ekolü kapsamında Amerikan sosyolojisini temsil etmiştir. Berkes, 1960'lı yıllarda ise tarihsel ve bütüncül bir sosyoloji anlayışının etkisinde kalmıştır.
Berkes'in etkilendiği sosyologlar arasında L. Wirth, T. Parsons ve M. Weber önemli bir yere sahiptir.
Köy Sosyolojisi
Berkes, 1940'lı yıllarda yaptığı araştırmalarla köylerdeki sosyal değişme eğilimlerini olumlu ve olumsuz şekilde etkileyen faktörleri belirlemeye çalışmıştır.
Osmanlı Klasik Düzeni
Berkes, Osmanlı'nın Batılı toplumların bağlı olduğu sosyal yasalarla açıklanamayacağını, onun bağlı olduğu sosyal yasaların farklı olduğunu belirtir.
Osmanlı, Batılı toplumlarda görülen sosyal yasalara bağlı olmadığı gibi, Asya toplumlarını tanımlamak üzere geliştirilen ATÜT’e de bağlı değildir. Bu bağlamda, Osmanlı kesinlikle feodalizm, ATÜT, teokrasi ve tiranlık gibi yönetim biçimlerine dâhil değildir. Onun kendine has kurumları, yapısı bulunmaktadır.
Berkes, Osmanlı Devlet sistemini Doğu toplumlarının, Doğu ve İslam devletlerinin dahil olduğu Doğu Despotizmi modeline dahil eder.
Klasik dönem Osmanlı toplumu değişmeyi değil, geleneği, denge ve düzeni esas alır. Devlet halka ve sınıflara değil, halk devlete dayanır.
Osmanlı yönetim sınıfının devşirme oluşu, herhangi bir yere, sınıfa, geleneğe bağlı olmayışı Osmanlı sisteminin başarıyla yürütülmesinde önemli olmuştur.
Osmanlı’nın en büyük başarısı sınıfsız, geleneksiz, vatansız, köksüz bir insan türü yaratıp devletin idaresini bu makine -adamların eline vermesidir.
Osmanlı'da Din -Devlet -Toplum İlişkileri
Berkes, Müslümanlığın devlet yönetimindeki yerini, Osmanlı’nın nüfus yapısı, komşuları, uluslararası ilişkileri bağlamlarını da hesaba katarak ele almıştır. Dolayısıyla başta Hıristiyanlık olmak üzere Osmanlı yönetiminin diğer dinlerle, tebaası olan diğer din mensupları ve onların kurumlarıyla olan ilişkilerini anlamaya, Osmanlı’daki din -devlet ilişkileri ile Batı’daki din -devlet ilişkileri arasındaki farklılıkları belirlemeye çalışmıştır.
İslamiyeti sosyal açıdan daha gelişmiş bir din olarak değerlendiren Berkes, pek çok alanda İslamiyet ile Hıristiyanlığın din olarak farklı özelliklere sahip olduğunu belirtir.
Osmanlı Klasik Sisteminden Batı Bağımlılığına
Osmanlı sistemi siyasal, sosyal ve ekonomik açılardan 17. yüzyılda bozulmaya başlamış, bu bozulma 19. yüzyılda en üst noktaya ulaşmıştır. Bu köklü sarsılış devleti zayıflatıp Batılı büyük devletlere bağımlı hale getirmiştir.
Siyaseten büyük devletlere bağımlı hale gelen Osmanlı'da 19. yüzyılda Batıcılaşma hareketleri başlamış, toplumsal yaşayış biçiminde alaturka ve alafranga ayrımı ortaya çıkmıştır.
Osmanlı klasik düzeninin bozulması, iç yapıda yeni sosyal güç unsurlarını, ayan ve ağaları ortaya çıkarmış; halk ve özellikle köylü yavaş yavaş padişahın reayası olmaktan çıkıp derebeyin, ağanın, âyanın kiracısı, ortakçısı, yarıcısı, bazı yerlerde serfi olmuştur.
Batı'ya Rağmen Batılılaşmak: Kemalizm'in Çağdaşlaşma Anlayışı ve Sekülerizm
Cumhuriyet öncesi modernleşme çabalarını emperyalizmin hizmetine koşulmak olarak gören Berkes, Mustafa Kemal'in bu süreci sona erdirip, Batı'dan bağımsız, ulusalcı, halkçı, devrimci bir toplum modeli oluşturduğunu öne sürmektedir.
Türkiye Batı'ya rağmen Batılılaşırsa, ulusal toplum modeline dönüşerek tam bağımsızlığı gerçekleşirse çağdaşlaşma yolunda başarılı olur.
Türkiye’nin yenileşme çabaları, din ile dünya işlerini ayrıştırma davası Mustafa Kemal ile bitmiş, Batılılaşma tarihindeki iki yüz yıllık bocalama sona ermiştir. Bu süreç Cumhuriyet ile birlikte, laiklik ilkesi kapsamında son şeklini almıştır.
Türk toplumu yaşamın her alanında dinsel algı ve anlayıştan tamamen sıyrılarak seküler bir toplum modeli kurulmalıdır.