Din, Tasavvuf ve Edebiyat

Din insanlık tarihinin en eski kurumudur. “Dîn” kelimesi Tanrı’ya, doğaüstü güçlere, çeşitli kutsal varlıklara inanmayı ve tapınmayı sistemleştiren inançlar, kurumlar, töreler ve semboller bütününü ifade eder.

Din, insanı her yönüyle kuşatan; inanç, düşünce ve davranışlarını şekillendiren en etkin disiplindir. Dolayısıyla insanın mimarlık, heykeltıraşlık, musiki, resim, edebiyat gibi sanatsal faaliyetlerinde de dinin büyük bir payı vardır.

Güzel sanatlar içinde din ile en çok irtibatlı olanı kuşkusuz edebiyattır. Dinlere ait kutsal metinlerin pek çoğu aynı zamanda edebî değere sahip metinler olduğu gibi edebiyat da daima dinden beslenmiştir.

“Tasavvuf” kelimesinin kökeni “yün” veya “yün elbise” anlamındaki “suf”a dayanmaktadır. İslam’ın ilk dönemlerinde bazı Müslümanların dünya nimetlerini terk ederek yoksullara özgü “kaba yün elbiseler” giymeleri “sufi” diye adlandırılmalarına sebep olmuştur.

Tasavvuf, Kuran ve sünnete uygun ahlak ve davranışlar edinip Allah’ın rızasını kazanmak; nefis ve kalbi arındırmakla Hakk’ın tecellilerine mazhar olup ilahî sırlara, manevi hakikatlere vakıf olmak diye tanımlanmıştır.

Tasavvuf ismi ve hareketi sahabe, tabiin, tebeü’t -tabiin döneminde açık bir şekilde görülmez. Ancak o dönemde, bu anlayışın çekirdeği diyebileceğimiz bireysel eğilimlerin varlığı bilinmektedir.

Başlangıçta bireysel uygulamalarla başlayan tasavvuf, zamanla toplumun her katmanını etkisi altına alır. Bu çevrelerde yetişen bazı şahsiyetler, toplum içinde birer manevi otorite, birer model olur.

Tarihî gelişim süreci bakımından tasavvufu, genel hatlarıyla üç dönemde değerlendirmek mümkündür:

Zühd dönemi: H. II. (M. VIII.) asrın sonuna kadar süren bu dönemde dünya nimetlerini terk ve katışıksız bir dinî hayatı gerçekleştirme çabası olarak başlayan tasavvuf, zamanla tevekkül, riyazet, sabır, takva ve vera gibi öğelerle beslenerek zenginleşir.

Vecd Dönemi: H. III. (M. IX.) yüzyılın başından itibaren üç asır boyunca devam eden ve büyük sufilerin yetiştiği, birtakım eserlerin kaleme alındığı dönemdir. Bu dönemde; hâl, makam, his, varidat gibi daha çok vect hâlinin bir sonucu olan ruhi ve kalbî bir hayatı yansıtan kavramlar ön plana çıkar.

Marifet Dönemi: H. VI. (M.XII.) yüzyıldan itibaren tasavvufun ilke, kural ve yöntem bakımından sistematik bir yapıya kavuştuğu süreçtir. Bu dönemde tasavvufi hareketler örgütlenerek kurumsallaşmış; karşılaşılan sorunların çözümünde zaman zaman kadim kültürlerden alınan unsurlarla belli bir oranda kadim geleneklerden etkilenmiştir.

Tasavvuf, bu dönemde bir taraftan sistemleşerek kuramsal gelişimini tamamlarken, öte yandan kurumlaşma, örgütlenme sürecine girmiştir. Sufilerin benimsedikleri yöntemler, zamanla kendi adlarıyla anılan tarikatlara dönüşmüş ve bu tarikatlar, tasavvufun geniş halk kitleleri arasında daha etkin ve daha hızlı bir biçimde yayılmasını sağlamıştır.

Tasavvufun dile getirilişi daha çok edebiyat ile gerçekleşir. Sufiler, kendi iç dünyalarında yaşadıkları deneyimlerini ve müşahedelerini aktarmada özellikle şiiri kullanmak zorunda kalmışlardır.

Tasavvufî düşünce ve hareketlere yön veren büyük sufilerin neredeyse tamamı edebiyat ve şiirle ilgilenmiştir.

Tasavvufî edebiyat özellikle “hüsün” ve “aşk” kavramları ekseninde mazmun ve mefhum diye adlandırılan birtakım semboller oluşturarak gelişimini sürdürmüştür. “Hüsün” için insan güzelliği model kabul edilmiş ve insana ait güzellik unsurları da ilahî tecellilerin mertebe ve derecelerine işaret eden birer gösterge olarak kullanılmıştır. “Aşk” için de “şarap” model kabul edilmiş; şarap ekseninde geliştirilen kavramlar ilahi aşkın aşama ve tezahürlerini gösteren birer sembol olarak kullanılmıştır.