Toplumsal Cinsiyet Bağlamında Eşitsizlik

En genel anlamda eşitlik, insanların içinde yaşadığı toplumun ya da grubun fırsat, olanak ve haklara sahip olması iken, eşitsizlik bunun olmaması hal ve durumlarını içerir. Toplumsal cinsiyet eşitsizliği ise, bireylerin cinsiyetlerinden dolayı eşit olmaması demektir. Irk, etnisite, millet gibi cinsiyet de temel eşitsizlik alanlarından biridir. Tür olarak insanın cinsiyetinin biyolojik özellikleri fizyolojik ve genetik nitelikleriyle belirlenirken, farklı ama eşit iken, toplumsal alanda cinsiyetin kazandığı anlamlar ve rol örüntüleri toplumsal cinsiyetini oluşturur. Cinsiyet rol örüntüsü aynı zamanda toplumsal işbölümünün bir parçasıdır ve birey bunu içinde yaşadığı toplumun kurumları ve değerler sisteminde ve normlar aracılığıyla öğrenir. Bu da toplumun tipi ve üretim biçimine bağlı olarak değişir.

Sosyolojide ise, eşitlik ve eşitsizliğin tarihsel ve toplumsal bağlamları ele alınmaktadır. Bireyin cinsiyet farklılıklarının (fizyolojik ve kültürel) yarattığı tarihsel güç ilişkileri, akrabalık sistemi, statülerin dağılımı ve olanakların toplumsal konumunu belirleme biçim ve dinamikleri bağlamında sorgulanmıştır. Toplumsal cinsiyet eşitsizliklerinde ataerkil tarihsel mirası toplumlarda erkeğin toplumun servet, gelir, mülkiyet ve yönetim konumlarına sahip olması nedeniyle cins olarak üst konumda olmalarını sağlamıştır. Bu nedenle sanayi toplumunun bilimi olan sosyolojide cinsiyet olgusu, uzun yıllar biyolojik cinsiyet temelli olarak doğuştan bireyin sahip olduğu sosyal statüsünü belirleyici özelliği olarak ele alınmıştır. Tarım toplumlarında erkeklerin üstün olduğuna yönelik normatif yapının ve cinsiyete dayalı bir toplumsal işbölümünün gereği olarak eril cinsiyet düzeni olduğu kabul görmüştür. Sanayi toplumunun ilerlemeci ekonomik ve toplumsal gelişimiyle cinsiyete dayalı işbölümün yerine uzmanlık esaslı bir ekonomik alanın değişimiyle kadınların toplumsal statüsünün erkeklerle eşit olacağı varsayımı kabul görmüştür. Rasyonel bir kamusal alanda örgütlenen yeni toplumda cinsiyet eşitsizliğinin ortadan kalkacağına inanılmıştır.

20. yüzyılda ise, ileri sanayi toplumlarının demokratik gelişiminde sosyal refah devletinin vatandaş odaklılık fırsat eşitliği anlayışının cinsler arası eşitliği kamusal alanda büyük ölçüde sağlayacağı kabul edilmiştir. Aile yapısı küçülmüş, çekirdek aile biçimi evrensel hale gelmiş ve akrabalık ilişkilerinin zayıflamasının modern ailede işlevsel olduğu düşünülmüştür. 1970’lere kadar sosyolojide cinsiyet olgusu, bireyin toplumsal statüsü ve biyolojik cinsiyeti temelinde doğuştan kazanılan bir özellik olarak görülmüştür. Cinsiyet eşitsizlikleri bağlamında ise, olgu daha çok cinsiyet düzeninde kadınların ikincil konumlarının nedenlerine yoğunlaşmıştır. Klasik sosyologlar aile ve cinsiyete dayalı işbölümü temelinde eşitsizliğin sanayi öncesi toplumun bir sorunu olduğunu ve sanayileşmeyle gelişen toplumun politik dönüşümünün ve örgütlenme biçiminin değişimesinin eşitsizlik ilişkisini değiştireceğini düşünmüşlerdir. Uzmanlık temelli rasyonel işbölümünün ise cinsiyete dayalı işbölümünü dönüştüreceğine inanılmıştır.

Ancak aile içi toplumsal işbölümünün (evin kazancını sağlayan erkek rolü ve anne olan kadının doğurganlığı ve yeniden üretim dinamiklerinin) işlevsel niteliğinin korunmasına dayalı bir kapitalist patriyarki refah devleti anlayışına yön vermiştir. Özellikle istihdamda, erkeksi -kadınsı işler ayrımıyla cinsiyete dayalı geleneksel işbölümü modernleşmiştir. Kadınlar istihdamın asli öğesi olarak kabul edilmemiş, hem ücretleri daha düşük olmuş, hem de güvencesiz kadınsı işlerde çalışmak zorunda kalmışlardır. Kapitalist ataerki üretim ve yeniden üretim süreçleriyle cinsiyete dayalı işbölümünü pekiştirerek, cinsiyetçiliği kamu -özel ve hane/hane dışında da sürdürülmesine katkı sağlamıştır. Cinslerin aynılığı ve devletin tarafsızlığı üzerinden gelişen eşitlik anlayışı, eşit fırsatları ve eşit muamele görme hakkının toplumdaki herkesin hakkı olduğu ilkesiyle kadın hak alanlarını genişleterek yasal düzlemde eşitlik anlayışına katkı sağlamıştır.

1970’ler birlikte toplumsal eşitsizliklerin cinsiyet bağlamında cinslerin tekil kimlikler olmadıkları aynı zamanda hem aynı cins hem de farklı cins ve cinsiyet kimlikleri üzerinden tartışılmaya başlanmıştır. Kadın çalışmalarının yanında erkeklik çalışmaları da toplumsal cinsiyet eşitsizliği sorununa odaklanmıştır. Cins olarak sadece kadınlar ikincil, ezilmiş ve baskı altına alındıkları değil, kadınlarla birlikte hegemonik erkekler dışındaki erkeklerin de toplumsal konumlarının gözden geçirilmesi gereğine dikkat çekilmiştir. Sınıf ayrıcalıklı erkeklerin eril egemen normlarının onay verdiği eşitlik yerine, kapsayıcı bir eşitlik anlayışının gerekliliği dile getirilmiştir.

Eşit vatandaşlık hakları kadınlar için eşit hakları kısmen ya da bazı ülkelerde kapsayıcı bir biçimde sağlasa da, eşit muameleyi getirmemiş, özel alandaki rol ve konumları gerekçe gösterilerek, siyasetten ve yönetimden dışlanmışlardır. 1970’lerle birlikte kadınların mücadele alanı devletlere, insan ve yurttaş hakları temelinde hakları için gerekli fırsat ve olanakları sağlaması ve ayrımcılıklarla mücadele etme görevini hatırlatmıştır. Uluslararası kuruluşların da desteği ile toplumsal cinsiyet eşitsizliklerinin önlenmesi için destekleyici politikalara ve farkındalık çalışmalarına olan ihtiyaç doğrultusunda çok sayıda ülkede yeni düzenlemelere gidilmiştir. Kadın hareketinin mücadeleleriyle CEDAW başta olmak üzere pek çok uluslararası sözleşme üye ülkelere kabul ettirilmiştir. BM bünyesinde kadınların anayasası olarak da adlandırılan ve 18 Aralık 1979 tarihinde imzalanan Kadınlara Yönelik Her Türlü Ayrımcılıkların Önlenmesi Sözleşmesi (CEDAW) üye devletlere toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanmasında önemli görevler yüklemiş ve eşitliğin önündeki engellerin kaldırılması devletlerin bir sorumluluğu olarak görülmüştür. Toplumsal cinsiyet eşitliği eşitsizliklere karşı hukuksal ve toplumsal farkındalık ve mücadeleyi gerektirir. 20. yüzyılın son çeyreğinde kadın mücadelesi önemli kazanımlar elde etmiştir. Toplumsal cinsiyet kökenli olduğunun kabul edilmesi gibi toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlayacak politikaların anaakım haline getirilmesi esasları benimsenmiştir.