Risk Altındaki Toplumlarla Çalışma
Tarihsel süreçte coğrafi keşiflerle ortaya çıktığı bilinen risk kavramını mekansal, zamansal ve insani boyutlarıyla ele alarak değerlendirmek gerekmektedir. Ancak toplumların sahip olduğu risklerin çeşitliliğini yaratan en önemli faktörün ise insan olduğu unutulmamalıdır. Çünkü insan elde ettiği bilgiyi doğayla uyumlu hâle getiremediği için çoğunluğu yapay risklerle dolu bir dünya oluşturmuştur. Sanayileşmenin önemli bir sonucu olarak ortaya çıkmış olan küreselleşme ile modern toplumlar daha fazla tehdit unsuru ile birlikte yaşamaya başlamışlardır. Modern toplumlarda ortaya çıkan risklerin yarattığı açmazları en iyi şekilde analiz eden Alman sosyolog Ulrich Beck, yaşanan sorunları açıklayabilmek için risk toplumu teorisini sosyal bilimlere kazandırmıştır. Bu teoriye göre riskler, modernleşmenin toplumlara yarattığı sonuçlardır ve bu sonuçlar hesaplanamaz, sadece belirli bir coğrafî bölgeye indirgenemez ve telafi edilemezdir. Ulrich Beck, ortaya çıkan riskler nedeniyle günümüz koşullarının yoğun bir şekilde olumsuz nitelikler barındırmasının sebebi olarak sanayi toplumu sürecinde meydana gelen değişimlerin yeterince sorgulanmadan uygulanması olduğunu ifade etmiş olup bu nedenle risk toplumuna dönüşme sürecinin hız kazandığını belirtmiştir. Toplumsal yaşamın hemen hemen her alanının risklerle örülü olması sebebiyle toplumsal sorunlar da niceliksel ve niteliksel bir dönüşüm yaşamıştır. Ancak bu sorunlar dünya üzerindeki her ülkeyi aynı düzeyde etkilememektedir. Yaşanan sorunların yarattığı etki farklı gelişmişlik düzeylerine ve farklı kültürlere sahip toplumlarda farklı şekillerde hissedilmektedir. Gelişmiş ülkelere kıyasla az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin yaşadığı tahribat daha yıkıcı sonuçlar doğurabilmektedir. Ortaya çıkan bu yıkıcı sonuçlara en çok maruz kalan gruplar ise risk altındaki toplumlar olarak ifade edilmektedir. Bu grupların farklı boyutlarda maruz kaldığı sorunları ortaya çıkaran en temeldeki risk etmenlerini ise; küreselleşme, göç, işsizlik, kentleşme ve yoksulluk oluşturmaktadır. Bu etmenler birbirleriyle oldukça yakından ilişkili olup birbirlerinden beslenmiş ve birbirlerinin içinden çıkmışlardır. En başta tüm dünyayı içine alan küreselleşme olgusuna baktığımızda bir bağımlılık durumu yarattığını görmekteyiz. Ülkeler arasındaki bu karşılıklı bağımlılık halinin her ne kadar sorunların çözümüne hizmet edeceği düşünülse de toplumların sorunlarını giderek büyütmüştür. Ayrıca küreselleşme sadece tek bir boyutta değil farklı boyutlarıyla dünya ülkelerini etkilemiştir. Dolayısıyla küreselleşmeyi ekonomik, kültürel, siyasal, çevresel ve teknolojik olmak üzere beş farklı boyut üzerinden incelemek gerekmektedir. Ancak küreselleşme her ne kadar farklı alanlarla ilişkili ise de en temelde ekonomik süreçlerin belirleyiciliği baskındır. Küreselleşmenin yoğun bir biçimde etkilediği göç, kentleşme, yoksulluk ve işsizlik sorunları da ekonomik süreçlerle oldukça yakından ilişkilidir. Bu sorunların muhatapları olan ve dolayısıyla özel ihtiyaçları bulunan risk altındaki toplumların mağduriyetlerinin giderilebilmesi ve sosyal haklarından yararlanabilmeleri için toplumla çalışma pratiğine ihtiyaç duyulmaktadır. Sosyal güvenceden yoksun olan bu gruplara sosyal koruma sağlamak, yaşam standartlarını yükseltmek, işlevsizliklerine neden olan engelleri kaldırmak için sosyal adalet odağında toplumlarla çalışma gereği kaçınılmazdır.
Makro sosyal hizmetin önemli bir bileşeni olarak toplumla çalışma, genelci sosyal hizmetin ekolojik bakış açısıyla toplumlar ve sistemler arasındaki ilişkileri anlayarak değerlendirme yapmakta ve risk altındaki toplumlar lehine olacak şekilde güçlendirme odağında sosyal değişimi yaratmaya çalışmaktadır. Toplumla çalışma, toplum örgütlenmesi, sosyal planlama ve sosyal eylem olmak üzere üç ana parçadan oluşmakta ve bu parçalara ilişkin becerileri kapsamaktadır. Ayrıca toplumla çalışma dört temel süreç üzerinden ilerlemekte olup, bu süreçler; gelişim, örgütlenme, planlama ve değişim olarak sıralanmaktadır. Toplumla çalışma, sosyal adalet ve eşitlik odağında ve gücü eşit bir biçimde dağıtarak toplumsal sorunları önlemeye ve bu doğrultuda toplumsal refahı tesis etmeye çalıştığı için aynı zamanda doğası gereği baskı karşıtı uygulama olarak da tarif edilmektedir. Toplumla çalışma tüm bunları yaparken özellikle özel ihtiyaçları olması sebebiyle özel politikalara ve müdahalelere ihtiyaç duyan risk altındaki toplumlara odaklanmaktadır.