Fotoğraf Makinesinin ve Filminin Gelişimi
İnsanoğlu tarihin ilk günlerinden bu yana etrafında olup biten her anı ölümsüzleştirmek istemiştir. İlk önce mağara duvarlarına gün içerisinde yapıp ettiklerini çizen insanın belgeleme ve iz bırakma serüveni yıllar içerisinde evrilmiştir. Fotoğrafın ışıkla resim çizme anlamından yola çıkarak bir pozlama aygıtı olan fotoğraf makinesinin insan gözünün uzantısı olduğunu söylemek mümkündür. Bu noktada gözün gördüğü olayların, durumların ışığa duyarlı yüzeyler üzerine aktarılması fotoğraf makinesi aracılığıyla olup, bu şekilde fotoğrafik ürün elde edilir. O halde doğadaki gölge ve yansımalardan oluşan dış gerçekliği kalıcı bir biçimde bir yüzeye aktarabilme fizik ve kimya bilimlerinin araştırma ve bulgularıyla mümkündür. Fotoğraf makinesinin en ilkel hali camera obscura (karanlık kutu), çalışma prensibi düşünüldüğünde dış dünyanın bir yüzeye aktarılabilirliği açısından önemli bir buluştur. Fotoğrafik ürünün elde edilmesinde alana katkı sağlayan birçok isim olmuştur. Çeşitli yöntem ve tekniklerle görüntünün aktarılacağı yüzeyin duyarlılığı ile ilgili çalışmalar sonrasında gümüş tuzlarının geçirgenliği keşfedilmiş ve kimya alanıyla ilgili araştırmalar sürdürülmeye devam etmiştir. Görüntünün aktarılacağı yüzeyin ışığa duyarlılığı ile ilgili birçok kimyasal deney sonrasında ise Niepce 1826 yılında ilk kez kalıcı görüntüyü elde etmiş ve sonraki çalışmalara da öncü olmuştur. Talbot’un tek bir negatif görüntüden pozitif kopyalar üretmeyi başarması fotoğraf makinesinin çoğaltmayı sağlayan bir araç olarak bulunmasının da önünü açmıştır. 1889 yılında ilk kez Kodak firmasının piyasa sunduğu fotoğraf makineleri ile sistem halkın hizmetine sunulmuş ve her yıl çalışmalara bir yenisi eklenerek gelişmelere devam etmiştir. Fotoğraf makinelerinde kullanılan filmlerde ilk olarak siyah-beyazken zamanla baskı teknolojisindeki yeniliklerle renkli üretime geçilmiştir. Fotoğraf makinesinin babası sayılan camera obscuranın çalışma prensibinden hareketle ortaya çıkan kutu fotoğraf makineleri, fotoğraf makinelerinin en basit halidir. Sonrasında stereoskopik fotoğraf makineleriyle iki boyutlu görüntüler yerine derinlikli üç boyutlu görüntüler elde edilmeye başlanmıştır. Katlanabilir fotoğraf makineleri ise hareketli ya da sabit kullanımları dolayısıyla mimari alanların çekimlerinde önemli yer tutan fotoğraf makinesi türleridir. Analog süreçten dijitale geçişte önemli bir aşama olan Leica tipi fotoğraf makineleri ise Birinci Dünya Savaşı esnasında toplumun içerisinde bulunduğu durumu belgeleyebilmesi bakımından önemlidir. 1940'lı yıllarda çekilen görüntülerin hemen görülmek istenmesi ihtiyacı insanoğlunu Polaroid fotoğraf makinelerinin icadına götürmüştür. Bu tip makinelerle çekilen görüntüler şipşak adını da aldığı biçimde anında görülebilmiştir. Yeni iletişim teknolojilerindeki değişmeler fotoğrafçılıkta da kendisini göstermiş ve 1900’lerin sonunda artık dijital fotoğraf makineleri cep telefonlarına, tabletlere kadar kendisini işlemiştir. Herkesin rahatlıkla fotoğraflar çekebildiği, anında görebildiği, çıkarttırabildiği, bilgisayarlar üzerinden aktarıp üzerinde değişiklikler yapabildiği bir dijital çağ bu anlamda mekanik ya da analog çağdan ayırt edilebilir. CCD ve CMOS olarak adlandırılan görüntü algılayıcıları ve ayırt edici özellikleriyle dijital fotoğraf makinelerinde görüntü elde edilmekte olup kompakt ve DSLR olarak iki farklı türde dijital makinenden de bahsetmek mümkündür.