Aile İçi Şiddet ve Suç
Bir insanın başka birine psikolojik veya fiziksel güç kullanarak saldırması ve karşısındakine istemediği şeyleri yaptırması ya da onu yapmaya zorlaması gibi en yalın hâliyle tanımlanabilen şiddet olgusu, insanlık tarihi kadar eskidir. Geçmişten günümüze kadar hemen her çağ, toplum ve kültürde şiddetin bir türü değişen oranlarda gözlemlenmiştir ve gözlenmektedir.
Kendi istediğini karşındaki insana zorla kabul ettirme ve yaptırma yanı sıra onu istemediği bir durum ve psikolojiyle yüz yüze getirme biçiminde gerçekleşen şiddet, gerçekleştiği her dönem ve ortamda ciddi bir sosyal problem olarak nitelendirilmektedir. Birey ve toplum yaşamına doğrudan ve dolaylı olarak zarar verdiği, kabul edilen yasa ve yönetmeliklerde yasaklandığı için de bir suçtur.
Aile içi şiddet, dünyada ve Türkiye'de en sık ve yaygın görülen bir şiddet örneğidir. Fiziksel, psikolojik, ekonomik ve cinsel türler olarak sınıflandırılan hemen her türlü şiddet, aile içerisinde ailenin özelliklerine göre gerçekleşmektedir. Aile içerisinde şiddet, en çok kadına ve çocuğa yönelik olarak görülmektedir. Kadın kocasından ve çocuk büyüklerinden bir şekilde şiddete maruz kalabilmektedir. Aslında kadın ve çocuk başta olmak üzere aile içerisinde yaşanan ve kişinin fiziksel ve ruhsal sağlığına ciddi zarar veren şiddet, yasa ve yönetmeliklerde bir suç olmasına rağmen, hem yaygınlık göstermekte hem de gerekli hukuki yaptırımlar keskin bir şekilde uygulamaya konmaktadır. Bunda, şiddetin ortaya çıktığı ve yeniden üretildiği sosyal ve kültürel yapının etkisi büyük olmaktadır. Karşındaki kişi veya kişilere küfür ve hakaret etmek, istemediği bir tutum ve davranışa zorlamak, giyim ve yaşama tarzına müdale etmek, saldırmak veya yaralamak şeklinde gündelik yaşamımımızda çok sık rastladığımız şiddetin her türü, sonuç itibariyle bir sosyal davranıştır. Sosyal davranışlarımızı bizler kendiliğimizden ve tek başımıza öğrenip uygulayan varlıklar değiliz. Bizim birey ve toplumsal davranışlarımızın arakasında içinde yaşadığımızı sosyal çevrenin belirleyici olması gerçeğinden hareketle şiddet olgusunu değerlendirirken de bu ilişkiyi göz önüne almak gerekmektedir.
Şiddetin ortaya çıkması ve artmasında yaşanılan fiziki ve sosyal çevrenin önemi büyüktür. İçine doğulan sosyal ortamdaki eğitim ve sosyalleşme süreçleri, bireyin bazı tutum ve davranışları benimsemesi ve bunları sürdürmesini mümkün kılmaktadır. Şiddetin de öğrenilen bir davranış olduğu düşünüldüğünde ortaya çıktığı toplumla ilişkisi göz önüne alınmalıdır. Küfür ve hakaret etmeden gasp ve yaralamaya; görmezden gelmekten cinayete kadar uzayan geniş bir yelpazesi bulunan şiddet ve türleri; insanın fiziksel ve ruhsal sağlığını tehlikeye soktuğu ve toplumsal yaşamın geleceğini riske soktuğu için suç sayılmaktadır. Bazı düşünce ve davranışların yüzyıllardır sürdürülmesi onun suç olma gerçeğini ortadan kaldırmamaktadır. Nitekim, günümüzde boşanan eşini tehdit etme, zorla bazı davranışlara sevk etme, yaralama veya yaralamaya teşebbüs etme birer şiddet türü olduğu gibi ceza gerektiren suçlardır. Dolayısıyla şiddet, aile içi şiddet ve suç ile toplum arasında yakın ilişki söz konusudur.