Kent ve Suç
Kent hayatı tarım devrimi ile birlikte ortaya çıkmış olmakla birlikte kentleşmenin sayı ve nüfus yoğunluğu açısından artması özellikle ticaretin gelişmesi ve sanayi devrimi ile birlikte gerçekleşmiştir. Sanayi devriminden sonra kentler büyük bir gelişme katetmiş bu da beraberinde birçok yeni problemin ortaya çıkmasına yol açmıştır.
Kent nüfusunda görülen artış bir taraftan kırsal mekânlardaki yetersiz hayat şartları diğer taraftan da kentlerin cezbedici imkânları dolayısıyla gerçekleşmektedir. Kentin sosyo-ekonomik imkânlarının göçmenlerin ihtiyaçlarını karşılayamaması durumunda sağlıksız bir kentleşme ortaya çıkmaktadır. Kentleşmenin suçla ilişkilendirilen özellikleri çoğunlukla sağlıksız kentleşmenin bir sonucudur.
Kentlileşme kentsel yaşam deneyimi içinde elde edilen bir kültür birikimi olup kent hayat tarzına uyumu ifade eden bir kavramdır. Kente gelen insanlar geldikleri gibi kalmayarak ulaşım, iş, eğlence, eğitim, alış-veriş vs. gibi değişik amaçlarla değişik mekânlarda kentle bütünleşme ve kentlileşme imkânlarına kavuşmaktadır. Aile, gecekondu, değişik dernek ve cemaatler vasıtasıyla insanların kendi başlarına kalarak bir yalnızlık, korku, güvensizlik içine düşmeleri engellenmekte; farklı ihtiyaçları temin edilerek, alt-kültür ya da karşıt-kültür grupları hâlinde cemiyet içerisinde yaşamaları önlenmektedir. Kentlileşme yani şehir değerlerine intibak etme, aşamalı gerçekleşse de neticede şehirle bütünleşme temin edilmektedir.
Kentleşmenin suç sayısında bir artış meydana getirdiği birçok araştırmayla görülmüştür. Gerçekten de suç, köy ve küçük yerleşim birimlerine nazaran büyük şehirlerde daha fazladır. Ancak kentleşmeyi tek başına suç üreten bir makine olarak görmek hatalı bir yaklaşım olacaktır. Zira suçu ortaya çıkaran birçok değişken mevcuttur.
Kentleşme ve suç arasındaki ilişkiyi açıklamaya çalışan ilk görüşler 1920’lerde Chicago’da ortaya çıkmıştır. Shaw ve Mckay, o dönemde kentlerdeki suç oranlarına bakarak bu oranların kent merkezlerinde en yüksek değerlere ulaştığını tespit etmişlerdir.
Kentlerin gecekondu bölgelerinde yaşayanların daha fazla suça yöneldikleri görülmektedir. Türkiye'de bir dönem gecekondular toplumsal dayanışmanın mekânları olarak ortaya çıkmıştır. Toplumsal kontrol mekanizmasının kuvvetli olması, toplumsal yardımlaşma ve dayanışma yoluyla kente uyum sürecinin kolaylaşması bakımından olumlu işlevler ifa etmiştir. Fakat sağlıksız kentleşmenin telafi edilemeyen sorunları sebebiyle bir dönem kente uyum sağlamada tampon vazifesi görmüş gecekondular zamanla suç merkezlerine dönüşmüştür.
Kentte bireyi suça iten birçok sebepten bahsetmek mümkündür. Aile değerlerinin kaybolması, kayıtsızlık, adaletsizlik/kötüye kullanma, zayıf devlet ve yönetim anlayışı ve suç korkusu, bu sebepler arasında sayılabilir.
Kentteki toplumsal ilişkilerin mahiyeti, bireyi suça teşvik etmekte ya da en azından suç işlemekten alıkoymamaktadır. Kentler nüfusun yoğun ve heterojen olduğu alanlardır. Bu, toplumsal bağların ve ortak iradelerin; akrabalık ya da yakın tanıdıklık bağlarının zayıflaması, kişilerin birbirleri ile yakın ilişkilerinin ve komşuluk ilişkilerinin kaybolmaya başlaması demektir. Bu gibi faktörlerden dolayı, kentlerde islenen suçlarla kent-dışı yerlerde islenen suçların türleri bakımından farklar görülmektedir. Bu hususta kentleşme teorisine göre suçlar, kent hayatına uyumlu olmayan davranışlar ya da bu davranışların sonucu olarak karşımıza çıkarlar.
Kentlerdeki suç olgusu ile göç arasında bir ilişki söz konusudur. Kente göç edenlerin suça yönelmelerinde uyum sağlama sorunu dikkat çekmektedir. Göç özellikle aile bağları, toplumsal kontrol mekanizmaları üzerinde olumsuz etkilere sahip bir süreçtir. Temel toplumsal kurum olarak sosyokültürel sürekliliğin ve geleneklerin koruyucusu olan aile kurumunun göç süreci sonucu etkisini yitirmesi suç işlemeyi kolaylaştırıcı bir rol oynamaktadır.