Hukukun Temel İlkeleri
Hukukun temel ilke ve esaslarının bilinmesi, benimsenmesi ve anlaşılması, bir toplumda yürürlükte bulunan hukuk kurallarını şekillendirir, keyfilikten uzaklaştırır ve o toplumdaki hukuk kurallarının temel ilke ve esaslar üzerine inşa edilmesini sağlar. Bir toplumu ve toplumun yönetim biçimini kuran, şekillendiren anayasaların özellikle içermesi gereken düzenlemeler, hukukun temel ilke ve esasları olmalıdır. Kişi hak ve hürriyetleri, ancak bu ilke ve esasların kabullenilmesi ve güçlendirilmesi yoluyla korunabilir.
Her hukuk dalının içinde kendine özgü prensip ve esaslar vardır. Her ilke ve esasın, pozitif hukukun tüm dallarını ilgilendirmesi beklenemez. Bazı ilke ve esaslar tüm hukuk dallarını kapsarken, bazıları da özel olarak belirli bir hukuk dalına hitap edebilir. Bir ilke ve esas, ister tüm hukuk dallarını ilgilendirsin, isterse ilgilendirmesin, o ilke ve esası ilgili olduğu hukuk dalı çerçevesinde değerlendirmek ve sonuçlar çıkartmak gerektiği unutulmamalıdır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin, 1982 Anayasası’nın “Cumhuriyetin nitelikleri” başlıklı 2. maddesinde sayılan niteliklerinden biri de hukuk devletidir. AY m.4 ile güvence altına alınan ve değiştirilmesi dahi teklif edilemeyen hukuk devleti; hukukun evrensel ilkelerine ve yürürlükteki hukuk kurallarına bağlı olan, başta kamu otoritesi olmak üzere tüm eylem, işlem ve tasarrufları bağımsız ve tarafsız yargının denetimine açık bırakan, ülkede yaşayan bireyler ve kişi toplulukları için asgari hukuk güvenliğini sağlayan ve insan haklarına bağlı devlet” olarak tanımlanabilir.
Yargı bağımsızlığı, hiçbir organ, makam, mercii veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında hakimlere veya mahkemelere emir ve talimat veremeyeceği, genelge gönderemeyeceği, tavsiye ve telkinde bulunamayacağı, bu tür bir yetkinin kullanılmasına izin veren yasal düzenlemelerin yürürlüğe konulamayacağını ifade etmektedir. Yargının bağımsızlığı beraberinde tarafsızlığını da getirir. Yargı makamının tarafsız olması demek, bir yargılamada iddiayı ve savunmayı dinleyen, sunulan delilleri değerlendiren ve hakların hak sahiplerinin kullanımına verilmesi ve toplum düzeninin sağlanması amacıyla karara varan hakim veya hakimlerin objektif olmaları, herhangi bir tarafın yanında yer almaksızın, eşit davranarak ve önyargı taşımaksızın hareket etmeleri ve yargılama yapmaları anlamına gelir.
Tabii (doğal) hakim ilkesi, sanığın, işlediği iddia olunan suç anında görevli ve yetkili olan hakimi ve mahkemesi kim ve neresi ise, o hakim ve mahkemenin huzuruna çıkartılması anlamına gelir
Kamu kudretinin herkese aynı mesafede olmasına, yaklaşmasına ve davranmasına “eşitlik” ve bu hususun bir hukuki zorunluluk olarak kabul edilmesine de “eşitlik” prensibi denir.
Sözleşme özgürlüğü denildiğinde, toplumu oluşturan bireylerin, gerek birbirleriyle ve gerekse devletle dilediği konuda ve şekilde sözleşme yapabilmesi, bu yolla hak elde edebilmesi ve borç yüklenebilmesi sonucu ortaya çıkmaktadır.
Hak arama hürriyeti kapsamında, herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma hakkına sahiptir.
Dürüstlük ilkesi gereğince, herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır. Ayrıca kanunun iyi niyete hukuki bir sonuç bağladığı durumlarda, asıl olan iyi niyetin varlığıdır. Ancak, durumun gereklerine göre, kendisinden beklenen özeni göstermeyen kimse iyi niyet iddiasında bulunamaz.
Kazanılmış hak, ortaya çıkması anında hukuka uygun olarak tamamlanmış, böylece kişiye özgü, lehte sonuçlar doğurmuş, sonradan hukuk kurallarındaki değişiklik veya işlemin geri alınması gibi nedenlere rağmen, hukuk düzeni tarafından korunma altında kalan hak anlamına gelmektedir.
Ceza hukukunda asıl olan, sadece iradenin ve fiilin değil, kusurlu iradenin ve fiili icra eden failin cezalandırılmasıdır. Kusursuz suç ve ceza olmaz. Fiilde kusurun yokluğu, suç ve cezayı kaldırır. Kusur sorumluluğuna ters düşen düzenlemeleri, özel hukuk ve idare hukuku alanlarında görebilmek mümkündür. Ceza sorumluluğunun şahsiliği ilkesi, ceza hukukunda kabul edilen ve herkesin kendi işlediği kusurlu fiilden sorumlu tutulması esasını getiren bir anlam taşımaktadır.
Mülkiyet hakkı, gayrimenkul (taşınmaz) veya menkul (taşınır) ya da gözle görülür, elle dokunulur olmamasına rağmen mülkiyete konu olabilecek her şeyin maliki (sahibi) olabilmektir.
Bir fiilin suç sayılabilmesi ve bu nedenle suç işleyene ceza verilebilmesi için mutlaka kanun koyucu tarafından o fiilin kanunla suç olarak düzenlenmiş ve karşılığında cezasının ne olduğunun da yine kanunla belirlenmiş olması mecburiyetine suçta ve cezada kanunilik ilkesi denir.
Masumiyet karinesi uyarınca, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz.
Dürüst yargılanma hakkı uyarınca, yargılamalar hukuk kurallarına uygun şekilde yapılmalı ve aynı zamanda yargılama kuralları evrensel hukuk prensiplerine uygun şekilde oluşturulmalıdır.
Sözleşmenin nisbiliği ilkesi, hukuki sözleşmelerin, sadece taraflar arasında hak ve borç doğurması anlamına gelmektedir. Bu ilkenin kapsamına, hukuk alanında imzalanan tüm sözleşmeler girer.