Türkiye’de Toplumsal Yapı ve Değişme

Sosyolojik perspektifin doğmasında düşünürlerce başlangıç noktası olarak kabul edilen sanayi devrimi yeni toplumsal yapılar ortaya çıkarmıştır. Sosyolojinin kurucuları da ortaya çıkan bu yeni toplumsal yapıları anlamak için, sanayi öncesi ve sonrası oluşan toplumsal yapıları karşılaştırmalı olarak ele almış ve sanayi toplumuna kadar geçen süreçleri analiz etmeye çalışmıştır. Sanayi devrimi ile birlikte gelişen yeni toplumsal örgütlenme biçimlerini ve ilişkileri anlamak için, toplumsal değişim süreçlerini de ele alarak sanayi öncesi toplumdan sanayi sonrası topluma kadar geçen süreçteki dönüşümleri analiz etmek son derece önemlidir.

Toplumsal yapılar bir arada yaşayan insanların ihtiyaçlarına cevap niteliğinde ortaya çıkan örgütlenmeler olarak da anlaşılabilir. Yapı, en genel ifadeyle, bir bütünün ya da düzenin parçaları arasındaki bağlar ve karşılıklı ilişkiler olarak tanımlanabilir. Sosyal yapı içinde farklı toplumsal ilişkiler, olaylar, olgular, toplumsal grup ve kurumlar yer alır.

Toplumsal yapıları oluşturan en küçük öğeler birey, statü ve roldür. En küçükten en büyüğe doğru ele alınacak olursa, aile, meslek grupları, arkadaş ve akran grupları gibi gruplar da toplumsal yapının temel öğeleri arasında yer almaktadır. Birincil ve ikincil toplumsal gruplar diye ikiye ayrılarak sosyolojide ele alınan toplumsal gruplar toplumsal yapının en temel yapı taşlarındandır. Toplumsal yapıyı oluşturan bir diğer önemli unsur ise kültürdür. En temelde maddi ve maddi olmayan şeklinde iki türlü incelenen kültür, genel olarak bir toplumun yaşam tarzını ve kimliğini belirleyen çok geniş maddi ve maddi olmayan tüm unsurların genel toplamıdır. Toplum bir sosyal organizasyon halidir. Bir araya gelen insanların illişkilerini düzenleyen, yaşamları için ihtiyaçlarını karşılayan, kaynakların dağıtımını sağlayan ve toplumun süregelmesini sağlayan kurumlar inşa edilmiştir. Siyaset, ekonomi, ordu, din, adalet/yargı, sağlık, eğitim gibi sosyal kurumlar toplumsal yapıyı oluşturan, düzenleyen ve toplumsal yapının devamını sağlayan diğer önemli unsurlardır.

Sosyolojide kabul gören bir görüş, her toplumun farklı hızlarda ve şekillerde de olsa mutlaka değişim içinde olduğu gerçeğidir. Toplumsal yapılar statik yani durağan değil, dinamik yani devingen yapılardır. Toplumsal yapıdaki değişim, toplumsal yapı ve onu oluşturan ilişkiler, ilişki biçimleri, bu ilişkileri belirleyen eğitim, ekonomi ve aile gibi toplumsal kurumların zaman içinde değişmesidir.

Kurumsal yapılarda meydana gelen değişme, bugünün Türkiye toplumunun Batı toplumu olarak sayılmasını sağlayan modern toplum unsurlarının kökenini oluşturmuştur. Modern hukuk sisteminden modern eğitim sistemine, kapitalist üretim ilişkilerinden teknolojiye kadar pek çok Batılı ve modern unsurun kökeni Osmanlı’nın son yüzyılındaki dönüşüme dayanmaktadır.

Türkiye’nin toplumsal yapısının en önemli unsurlarından olan nüfusun ve demografik yapının şekillenmesinde Osmanlı Devleti dönemindeki nüfus hareketlerinin ve demografik süreçlerin etkisi büyüktür. Yapılan araştırmalar, tarıma dayalı iktisadi yapı içinde çok geniş ailelerin ve çok eşli evliliklerin sanılanın aksine az olduğunu, ortalama 5 üyeden oluşan ailelerin yaygın olduğu bir nüfus yapısının söz konusu olduğunu göstermektedir. Buna karşın Osmanlı nüfus yapısının en belirgin ve en çok ele alınan iki özelliğinden birisi heterojen bir yapıya sahip oluşudur. Osmanlı halkı etnik ve dini olarak çok kültürlü ve çok kimlikli bir yapıya sahip klasik bir imparatorluk nüfusuydu. Osmanlı’da nüfus yapısının ikinci önemli özelliği ise göçlerle şekil almasıdır. Osmanlı tarihi uzun süren savaşlar ve neticesinde oluşan sınır değişmeleriyle şekillenmiş bir tarihtir. Dolayısıyla sürekli göç dalgalarına maruz kalmıştır.

Osmanlı’dan sonra Türkiye Cumhuriyeti döneminde de göç hareketleri devam etmiş ve nüfus yapısını şekillendirmeyi sürdürmüştür. Cumhuriyet’ten hemen önce Yunanistan ile olan Nüfus Mübadelesi sonucunda Anadolu'ya gelen Müslüman göçü ile Yunanistan’a giden gayrimüslim göçü dinsel olarak nüfusu daha da homojen bir yapıya dönüştürmüştür.

Ardından Cumhuriyet döneminin ikinci büyük göç hareketi ise tarımdaki makineleşme sonucu açığa çıkan kırsal işgücünün kitleler halinde kentlere göç etmesi ve kentlerde gelişen sanayi için gerekli olan işgücünü sağlamış olmasıdır. Günümüzde metropol kentlerinin gecekondu mahalleleri ve Anadolu’nun daha çok iç ve doğu kısımlarından gelenlerin oluşturduğu mahalleler bu göç dalgasının 1950’lerden itibaren yarattığı süreçlerin sonucudur.

Günümüzde ise Suriye ve Afganistan’dan savaş koşullarından kaçanlardan oluşan kitlesel göç nüfus yapısının yeni bir şekil almasına yol açmaktadır.

Geleneksel kır yerleşmesinin merkezinde caminin olduğu ve cami etrafında örgütlenildiği köy yaşamında, birincil ve samimi ilişkilerin ve dayanışma bağlarının kuvvetli olduğunu söyleyebiliriz. Türkiye'de köyler, kırdaki çözülme ve göç verme sonucunda hızla boşalan, yaşlıların ve kadınların ağırlıkta olduğu yerleşimler haline gelmektedir.

İstanbul olmak üzere büyük kentlere yönelik büyük göç dalgası sürmektedir. Başta iş aramak için, ardından eğitim, sağlık başta olmak üzere kentin sunduğu sosyal ve ekonomik imkanlardan yararlanabilmek için göçler devam etmiştir. Bu durum sonucunda Türkiye’nin üç büyük metropol şehrinde, başta İstanbul, Ankara ve İzmir olmak üzere göçlerle gelenlerin oluşturduğu gecekondular ve kenar mahalleler ortaya çıkmıştır. Başta sanayi sektörü olmak üzere, hizmet sektöründe vasıfsız işgücü olarak çalışan ailelerin oluşturduğu bu mahalleler günümüz büyük kentlerin kültürel ve sosyal dokusunu derinden etkilemiştir. 1960’lardan itibaren Türkiye’nin sosyal dokusuna damga vuran gecekondulaşma sürecinin en önemli parçası olan bu göçler, kentlerde hem şehri ve akrabalık ilişkilerine dayalı işbirliklerinin, derneklerin ve mahalle şeklinde kümelenmelerin yaygınlaşmasını sağlamıştır. Günümüzde kentlerin başlıca sorunları, göç ve çarpık kentleşme sonucunda işsizlik, altyapı ve konut yetersizliği, suç ve kamu hizmetlerinde aksamalardır. Kentsel nüfusun oranı artık daha baskındır ve günümüzdeki toplumsal olayların, hareketlerin ve değişmelerin merkezini kentler ve metropoller oluşturmaktadır.

Günümüzde Türkiye ekonomisinin başlıca sorunları olarak, düşük verimlilik, işsizlik, yatırım yetersizliği, rekabet gücü eksikliği, kayıt dışı ekonomi ve vergi kaçırma, düşük teknolojili emek yoğun üretim, hammadde ve ara mallarda dışa bağımlılık, ağır borç yükü, alım gücü yetersizliği gösterilebilir.

Günümüzde Türkiye toplumunu dinsel yönden inceleyen sosyolojik araştırmalar farklı dinler değil, İslam içinde farklı mezhepler bazında toplumun şekillendiğini ortaya koymaktadır.