Sosyolojide Temel Bakış Açıları ve Yöntem

İçinde yaşadığımız toplum son derece karmaşık ve sürekli değişen bir yapıdadır. Dolayısıyla sosyal bilimcilerin ve sosyologların, toplumun işleyişine dair genelleme yapabilmesi, hassas düşünmeyi ve dikkatli araştırmalar yapmayı gerektiren çok zor bir konudur.

Bilimsel Araştırma Süreci, Paradigma ve Yöntem

Bilimsel yöntemin düşünsel yaklaşımla etkileşim halinde olduğu ve de soyut ve zihinsel bir süreci temsil ettiği vurgusuyla birlikte, toplumsal olgulara yönelik bakış açılarının da bu süreçler temelinde farklılaştığından bahsedilebilir. Bir araştırma sürecinde, hangi kurallara uyulacağı, soyut ve zihinsel süreci temsil eden temel bir bakış açısıyla, ya da bir “gözlük” aracılığıyla belirlenir. Toplumsal olgulara bakış açımızı belirleyen bu gözlükler, paradigma olarak karşımıza çıkmaktadır.

Pozitivist Bilimsel Bakışın Ortaya Çıkış Süreci

Bilimin, ortaya çıkış ve gelişim sürecinin, kendine özgü tarihsel bir gelişim çizgisinin olduğu ve İlk Çağ’dan günümüze, toplumsal düşünme biçiminin de sıklıkla değişime uğradığı görülmektedir. Özellikle Orta Çağ’dan Yeni (Modern) Çağ’a geçişte etkili olan toplumsal değişim ve dönüşümlerin, bilimin bir kültür olarak toplumsal alana yerleşmesinde temel olan Aydınlanma dönemine geçişte etkisi olduğu söylenebilir.

Sosyoloji ve Pozitivist Paradigma

Emile Durkheim (1858-1917) Comte’a benzer bir biçimde, doğal dünyayı araştırırken sergilenen nesnel bakış açısının sosyal hayatı araştırırken de sürdürülmesi gerektiğini savunmaktadır. “Sosyolojik Yöntemin Kuralları” (1894) adlı çalışmasında Durkheim, pozitivist paradigmayı sosyolojiye uyarlamış ve sosyolojiyi bir bilim statüsüne kavuşturmuştur. Sosyolojinin bilimsel bir disiplin olduğunu kanıtlamak amacıyla Durkheim bu eseri yazmıştır. Durkheim’a göre sosyoloji, sosyal dünyanın bilimidir, içindeki gerçekler sosyal olgulardır ve doğa bilimlerinin teknikleriyle de incelenebilir (Durkheim, 1894).

Pozitivist Paradigma ve Yöntem

Pozitivist paradigma, niceliksel araştırma tekniklerini işaret etmektedir. Pozitivist araştırmalarda toplanan veriler, niceliksel/sayısal hale getirilmek ve sayılabilmek zorundadır.

Alternatif Paradigma: Yorumsamacı Bakış

Yorumsamacı paradigmanın, pozitivizme yönelik en temel eleştirisi; topluma ve tarihe ilişkin bilgi ve etkinliklerin tamamen doğa bilimleri düzenine göre ayarlanmış olmasıdır. Topluma, tarihe ve dolayısıyla da kültürel alana ilişkin pozitivist paradigma ve bu paradigmanın tekniklerinin yeterli bilgi toplayamayacağı düşünülmektedir. Yorumsamacılara göre pozitivist teknikler toplumsal gerçeklik hakkında kısıtlı bilgiler verir, çünkü sadece sonuca dayalıdır. Toplumsal alanda olan bitenlerin nedenine ve niçinine dayalı veri toplayamaz.

Yorumsamacı Paradigmanın Öncüleri

Giambattista Vico (1668-1744), “Yeni bilim” (La Scienza Nuova, 1725) başlıklı çalışmasında, doğa bilimlerinin araştırdığı doğal dünya haricinde, toplumsal dünyanın da farklı bir gerçeklik olduğu ileri sürmektedir. Dolayısıyla da doğa bilimlerinden ayrılan bu bambaşka alanla ilgilenecek yeni bir bilime ihtiyaç duyulmaktadır. Vico, bu yeni bilimin, kendine özgü kuralları ve yasaları olduğunu savunmaktadır. Bu anlayış, yorumsamacı paradigmanın da temelini oluşturmaktadır.

Johann Gottfried Herder (1744-1803) herkesçe paylaşılan evrensel bir toplum anlayışını kabul etse de toplumun standart, tek tip bir yapısının olduğunu reddeder. Kültürel ve yerel farklılıklar, bu tarz bir standardizasyonu engellemektedir. Düşüncelerimizin ifade aracı olan dilin, her farklı kültürde, farklı farklı dillerde, düşünüş tarzı ve hissiyat biçimi olarak sürekli farklılaşacağını savunmaktadır. Bu açıdan Herder'in toplum anlayışında, coğrafyanın insan iradesi üzerindeki etkisi önemlidir. Örneğin Antik Yunan'ı anlamak için Antik Yunanlıların içinde yaşadıkları doğaya ve topluma nasıl bir gözle baktığını anlamamız gerekir. Ancak bu sayede o kültür anlaşılabilir.

Wilhelm Dilthey (1833-1911), her anlama sürecinin, insanın kendi duygu ve düşüncesine göre gerçekleştirdiği bir kurgusal ifadeye dönüştüğünü iddia eder. “Anlama, Ben’in Sen’de yeniden keşfidir” sözüyle, anlama sürecinin aslında öznel bir süreç olduğunu vurgulamaktadır. Anlayan, “geçmişi şimdiye taşıyarak” bunu gerçekleştirir (Rickman, 1960, 309).

Sosyolojinin kurucularından Max Weber’e (1864-1920) göre sosyolojik yöntemin amacı, genel toplumsal ilişki kalıplarını ifade edebilecek kavramları yakalayıp, bu kavramlar aracılığıyla toplumsal olgu ve eylemleri nedenleriyle birlikte anlamaya çalışmaktır. Sosyolojik bir genelleme ancak bu şekilde yapılabilir (Hira, 2000, s.52). Weber'in toplumsal eylem kavramsallaştırması eylemi ve toplumsal aktörleri merkeze alır. Weber’e göre toplumsal eylem, sosyolojik nedensel açıklama için önemli olan tek eylem türü değil, aynı zamanda yorumsamacı bir sosyolojinin de nesnesidir (Weber, 1981, 159).

Anlama, Anlamlandırma ve Sosyal İnşacı Bakış Açısı

Sosyal bilimlerde disiplinler farklılaştıkça, inceleme nesneleri olan sosyal olgunun bilimsel anlamlandırmaya ilişkin yöntemi de farklılaşmaktadır. Bu farklılaşma, sosyal bilimlerin kuramsal inceleme nesnesini farklı kavramasından kaynaklanmakta ve sosyolojiye iki farklı bakış açısıyla yansımaktadır. İlk bakış açısına göre topluma yönelen bilgi etkinlikleri doğa bilimlerindeki gibi düzenlenmelidir. İkincisi ise topluma yönelecek bir bilimin doğa bilimlerine göre düzenlenemeyeceğini, hem konu hem de yöntem bakımından farklı bir düzenleme gerektirdiğini savunmaktadır. Bu eğilimlerin ilkinde tek bilim ve bilimin birliği, ikincisinde ise “doğal gerçeklik” ve “sosyal gerçeklik” farklılığından hareketle iki tür bilim değil, tamamen farkı iki ayrı cins bilimin olduğu kabul edilmektedir (Sunar, 1986, 15).

Pozitivist ve Yorumsamacı Paradigmaların Genel Özellikleri

Günümüzde nesnelliğe vurgu yapan, değişkenler arasındaki ilişkiyi ortaya çıkarabilmek amacıyla, sayısallaştırılabilen ve ölçülebilen geniş çaplı veriyi nedensellik temelinde istatistiksel testlerle analiz eden niceliksel araştırmalara zıt bir biçimde; anlamaya, göreliliğe ve öznelliğe vurgu yapan niteliksel araştırmalar da yapılmaktadır.