Varoluşçu Yaklaşım

Varoluşçu terapi belirli bir kişi veya grup tarafından geliştirilmemiştir. Soren Kierkegaard (1813 -1855), Friedrich Nietzsche (1844 -1900), Martin Heidegger (1889 - 1976), Jean -Paul Sartre (1905 -1980), Martin Buber (1878 -1965), Ludwing Binswanger (1881 -1966) ve Medard Boss (1903 -1991)’un kısa yaşam öyküleri ve eserleri Varoluşçu Yaklaşım'ın felsefi temelleri konusunda bilgi vermektedir.

Viktor Frankl (1905 -1997), Rollo May (1909 -1994), James Bugental (1915 -2008) ve Irvin Yalom (1931 -) Varoluşçu Terapi Yaklaşımı'nın gelişimine katkıda bulunan öncü kuramcılar arasında yer almaktadır.

Varoluşçuluk, varoluşun öze oranla öncelliğini benimseyen bir kuramdır. Ancak bu sadece insanlar için geçerlidir. Öyle ki, her şeyin bir varoluşu bir de özü vardır. Öz derken, bir nesnenin değişmez niteliklerinden söz edilmektedir. Mesela, insanın özünde onun ana nitelikleri yatar. Bu niteliklerin eksikliği hâlinde insan varolmayacaktır. Varoluş derken ise, evren içinde gerçek olarak bulunmaktan söz edilir. Mesela, ev yaptırmak isteyen bir kişinin, önce evin nasıl olacağını tasarlayıp sonra inşa etmesi, burada özün varoluştan önce geldiğini gösterir. Ancak varoluş felsefesinde, sadece insanların varoluşu özden önce gelir.

Varoluşçuluk, insan varoluşunun anlamını içeren bir felsefe akımıdır. Varoluşçuluk felsefesi, insanın kendini gerçekleştirmesi, insan varoluşunun rastlantılar içinde oluşu, güvensizliğe götürmesi, güçsüzlüğü ve hiçliği içinde insan, zaman içinde ve tarihselliği içinde insan, ölüme mahkûm bir varlık olarak insanın varoluşu, hiçlik karşısında insanın varoluşu, insan varoluşunun halisliği ve bu halis olmaya çağrı, özgürlüğü içinde insanın varoluşu, topluluk içinde kaybolmuş insanın, tek insanın kendini bulması, kendi olması, doğruluk ve ahlaklılık karşısında sahici davranışı -tutumu -sorunları mevcuttur. Yine, insanın evreni aşıp aşmayacağı, nereye kadar aşabileceği sorununu da içerir.

İnsanın ruhsal yapısının ve içinde yaşadığı fiziksel dünyanın bir bütün olduğunu öne süren varoluşçular, bu bütünlük içindeki varoluş algısını “dasein (burada olmak)” olarak adlandırmaktadır. Kişinin daseini ne kadar güçlü ise kişilik de o denli sağlıklıdır. Ancak insanın “dasein"inin geliştirmesi ve doğuştan var olan potansiyellerini yaşama geçirebilmesi sürekli çaba ve cesaret gerektirmektedir. Anlamlı bir yaşam sürmenin yolu, sosyal kurallar ve bunlara uyma baskısı, yanlış ana baba standartları ve ölümün kendi tehdidi karşısında dahi “dasein”imizi ortaya koymak ve onaylamaktır.

Hem psikiyatrik hem de felsefi açıdan bu yaklaşım, insanı birimler ve mekanizmalar topluluğu olarak açıklamak yerine, öylece 'olmakta olan' bir varlık olarak anlamaya çalışır. Tabi bu demek değildir ki Varoluşçu Yaklaşım'da, davranışların gerisindeki dinamik güçleri ve mekanizmaları incelemez. İnceler ancak incelerken görünen şeylerin gerçek olmayabileceğini de göz önünde bulundurur.

Thompson, varoluşçuluğun gücünün, insan varoluşunun temelleri üzerinde durmasından kaynaklandığını öne sürmektedir. Bu yolla, varoluş, hiçlik ve olasılık üzerinde durulmaktadır. O'na göre çoğu sosyal hizmet kuramı insanlığın bu yönlerini değerlendirmekte zayıftır. Bu durum ise, sosyal ve kişisel ilişkilerin anlaşılmasını başarısız kılmaktadır.

Varoluşçu Yaklaşım'a göre insan bilimlerinin amacı, insanı açıklamaktan ziyade anlamak olmalıdır. Tüm varoluşçu psikoterapiler üç temel çizgide toplamak mümkündür: müracaatçı -uzman ilişkisi, anlama ve egoyu yeniden eğitme.