Dil ve İletişim

Geçmişten günümüze kadar maddi ve manevi kültürel unsurların biriktirme sistemi ile günümüze ulaşmasında dil en önemli unsurdur. Bütün hayvanların çağrı sistemleri aracılığıyla iletişim kurmalarının yanında dil kullanan tek “hayvan”, insandır. Primatların sosyal yapılanma olarak alet kullanma, taklit etme ve gözlemleme gibi yetilerle insanoğluna benzediğini söyleyebiliriz. Bunun yanında kuyruksuz iri maymunlara sınırlı işaret dilinin öğretilmesi, onların dil yeteneklerinin bizimkiyle aynı olduğu sonucunu doğurmaz. Neticede onlar uzun zaman içerisinde bazı söz veya işaretleri öğrenirlerken, küçük bir çocuk kendiliğinden her şeyi öğrenebilmektedir. Kısaca dil, işaretler ve sesler topluluğundan oluşan düşünce ve duyguların ifade edilmesi için formüle edilen bir araçtır.

Bir düşünceyi ifade ederken, yaşanılan çevre düşüncenin ifade ediliş şekline, sesin ton ve rengine etki eder. Antropolojik olarak dillerin temellerine inildiğinde ise tüm dillerin aynı biçimde örgütlendiğini görebiliriz. Bu gerçeği, bir dilin başka bir dile çevrilmesi esnasında da görürüz.

Lengüistik (dil bilim), dillerin yapısal özelliklerini ve konuşma biçimlerini inceleyen bilim dalıdır.

Antropoloji için dilin, toplumsal çeşitlilik içinde dilin anlamı, iletişime imkan veren yönleri, iktidar bağlamında rolü ve dillerin kökeni öncelikli araştırma konusunu teşkil eder.

Tarihsel dil bilim bağlamında, bazen ülkelerin, dillerini yabancı kültürlerin etkisinden korumak için yabancı sözcüklerden temizlediklerini görürüz. Yine bir karşılaştırma yapma adına Osmanlıların bazı sömürgeci Avrupa ülkeleri gibi yönettikleri halkın dillerini yok etmediklerine şahit olmaktayız. Ancak bunun yanında dilin, değişen zaman içerisinde kendisinde karşılığı olmayan bazı sözcükleri borç alması doğaldır.

Diller, bazen insanların duygularını tam olarak yansıtmada yetersiz kalabilirler. Bu durumda beden dili dediğimiz ögeler devreye girmektedir. İletişimimizin en az % 60’ı sözlü olmayan biçimde gerçekleştiğine göre beden dilinin önemi artmaktadır. İşte beden dilini çözümlemeye çalışma yöntemine “kinesik” adı verilmektedir. Paralangaj ise dile eşlik eden dil ötesi seslerin sistemini ifade etmektedir.

Kişilerin etkinliğinin artırmasında, anlatımlara duygularını katmaları, orijinal bilgiler sunmaları, seslerinin rengi, vücut dilleri ve mimikleri etkendir. Sesin niteliğine, ses perdesinin düşük ya da yüksek oluşu, dudakların açık veya kapalı oluşu, nefes borusu girişinin kontrol edilmesi, güçlü ya da gevşek telaffuz etki etmektedir.

İnsan “bir tür hayvan” olmasına karşın, o tabii değil, kültürel bir varlık, diğer bir tabirle bir kültür varlığıdır. Dolayısıyla her dil mutlaka anlaşma vasıtası olmasının yanında, kültür ve düşünce taşıyıcılığı görevi de görür. Bu yüzden dil, bir milletin medeniyet derecesini gösteren en iyi araç olduğu gibi bir milletin adeta ruhunu oluşturmakta, ruhu da bir anlamda dilini ortaya koymaktadır.

Dil, kültür ve beyin farklı dönemlerde evrilmiş ve bu süreçlerin birbiriyle yakın ilişkisi söz konusudur. Dilin kökenine dair bilgiler, ilk dil becerilerinin kullanımını çok erken bir tarihe götürmektedir.

Bunun yanında çağrı sistemlerinden dile geçişin dört milyon yıl önceden başladığı ve geliştiği düşünülmektedir. Dilin kökenine dair fiziksel kanıtlar ise dilin tam olarak gelişimi için daha geç bir tarihe işaret eder.

Dilin kökenine ilişkin farklı yaklaşımlar varlığını sürdürmektedir.

Buna göre, Cambell’e göre; “Dilin nasıl ya da ne zaman ortaya çıktığını hiçbir şekilde bilmiyoruz ve hiçbir zaman da bilemeyeceğiz.” Üç, kitaplı dinde de Âdem’e konuşmanın verildiğini veya öğretildiğini belirtir. Chomsky’e göre; dil, bilişsel bir eşiğin aşılması ile birlikte hızlı ve yakın zamanda ortaya çıkmıştır. Eski antropologlar ise dilin başlangıç ya da gelişim sürecini gösteren “ilkel bir dil” olduğuna inanırlar. Condillac da dili, ilk aşamada verilmiş bir olgu, ikinci aşamada ise kazanılmış, çaba sonucu elde edilmiş bir fenomen olarak betimlemektedir.