Modern Toplumların Temellendirilmesi Açısından Toplum Sözleşmeleri
Sivil toplum, tarihsel olarak çeşitli dönüşümler geçirerek bugüne kadar kullanılagelen sosyo-politik bir kavramdır. Modern döneme kadar tam olarak devlet ile ayrıştırılamayan bu kavramın günümüzdeki kullanımı genel olarak devletten Bu sözleşmeye göre toplum, doğa durumundan bilinçli olarak uzaklaşan ve kendileriyle toplumun genelinin iyiliği için birtakım özgürlüklerinden vazgeçen bireylerden meydana gelir.
Teorik bir araç olarak kullanılan toplum sözleşmesi, organize olmuş bir toplumun veya bir devletin varlık alanına getirilmesini sağlayan gönüllülüğe dayalı bir anlaşmadır. Bu anlamda sözleşme düşüncesi, toplumun ve devletin hangi tarihlerde kurulduğunu açıklama girişiminden ziyade toplumun ve devletin varlık nedeninin bir analizidir.
Antikçağ'ın toplum modeli olan kent devletinde, yurttaşın hayatının her alanı devletin ilgisine, hatta en sıkı müdahalesine açık olur. Toplumu bir eğitim kurumu olarak gören Platon, yurttaşlarını belli bir modele göre yetiştiren bir yapının savunuculuğunu yapar. Bu bağlamda insanın toplumsallaşmadan yetkinleşemeyeceğini düşünür.
Ortaçağ’ın insan ve toplum düşüncesi değerlendirildiğinde Tanrı merkezli bir düşüncenin hakim olduğu görülür. Antikçağ düşünürleri gibi insanın toplumsal bir varlık olduğunu ileri süren Ortaçağ düşünürleri bunun yanında Tanrı’dan bağımsız bir şekilde insanın mutlu olamayacağını savunmuşlardır. Buna göre Ortaçağ’da toplum ve devlet, bireyin ebedi mutluluğa kavuşmasını sağlama amacını taşıyan bir yapıdır.
Sözleşme düşüncesinin tarihsel olarak izi Antik Yunan’a kadar sürülebilir. Özellikle Protagoras, Hippias, Antiphon gibi Sofist düşünürler, toplumun kökenine iradi bir faaliyet olan sözleşmeyi yerleştirmişlerdir. Özgürlüğün yurttaşlık kategorisinden ayrı düşünülmediği ve sadece Atina yurttaşlarının politik yaşama katılım gösterebildiği bir ortamda Atina dışından olan Sofistler, bu düşüncelere karşı doğal hukuku savunarak siyasal erdemin herkese eşit olarak paylaştırılmış olduğu ilkesi üzerinden düşünceler üretmişlerdir.
Modern toplum ve siyaset düşüncesinin oluşumunda rol oynayan sözleşme kuramları 17. yüzyılda modern felsefe ile birlikte ortaya çıkmıştır. İnsanın rasyonel bir varlık oluşundan hareket eden Hugo Grotius, Thomas Hobbes, John Locke ve J. J. Rousseau toplumsal sözleşme kuramının en bilinen temsilcileridir.
Grotius, doğal hukukun toplumsal yapıda işgal edeceği yeri ve oynayacağı rolü gösterirken, öncelikle politik toplumun kökeni ve buna bağlı olarak da politik iktidarın kaynağı konusunu ele alır. Ona göre toplumun kökeninde bir anlaşma bulunur. Doğa durumunun bir savaş durumuna dönüşmemesi için doğasında barış ve beraber yaşama duygusu bulunan insanlar, bir birleşme sözleşmesiyle toplumu; politik bir sözleşmeyle de toplumun yönetim biçimini ve yöneticilerini belirler. toplumsal olan insan bu nedenle de bir doğa yasasına bağlı bulunur.
Hobbes'a göre toplum, bir yandan ölüm korkusu taşıyan diğer yandan bir başkasını tahakküm altına almayı isteyen insanlardan oluşur. Leviathan adlı eserinde Hobbes, toplumsal sözleşme kuramına başvurarak insanların toplumu kendi rızalarıyla kurmadan önce “herkesin herkesle savaş içinde olduğu” bir doğa durumunda yaşadıklarını varsayar. Ona göre doğa durumunun kurucu unsurları, temel olarak ve öncelikle toplumda yaşamayan, ancak sosyalleşebilen özgür ve eşit bireylerdir.
Doğa durumunda insanlar, sahip olduğu birtakım haklardan feragat etmek ve onları herkesin üzerinde uzlaşacağı bir güce devretmek suretiyle kendilerini güvence altına alacak sivil toplumu oluştururlar. Doğa durumu menfur bir durumdur, yapay bir kurgu olan sivil toplum ise insanın yeryüzünde barış içinde yaşamasının tek çaresidir.
Locke, doğa durumundaki insanların mutlak bir özgürlük içerisinde bulunduklarını düşünür. Locke, insanların hayatlarını, mülkiyetlerini ve özgürlüklerini korumak için toplumu oluşturduklarını savunur. Ona göre insanlar ancak kendi rızalarıyla bir toplum içerisinde bir araya gelirler. Rıza sayesinde insanlar kendi iktidarlarını toplumun ortak gücüne bırakılar ve bu sayede doğal haklarını korumaya alırlar. Toplum böylelikle herkes tarafından kendileri için toplumun genel yararının gerektirdiği yasaları yapmak üzere yetkilendirilmiş olur. Başıbozuk bir doğa durumunun sorunları, özgür bir iradeyle sonlandırılarak oluşturulan sivil toplum, bireylerin refahını artırmak için kurulmuştur.
Rousseau, Hobbes ve Locke’un yaptığı gibi çağının siyasal davranışını meşrulaştıran bir doğa durumu tasviri yapmaz, toplumsal adaletsizliğin kökenlerini açıklayan ve var olan şartları eleştiren bir tasvir yapar. Medeniyet, mülkiyet ve işbölümüne dayanır. Bu bakımdan Rousseau medeniyeti, rasyonel ve bencil bir azınlığın çoğunluğa yapmış olduğu bir komplonun sonucu olarak görür. Bu nedenle Rousseau, insanların hayat ve özgürlük gibi haklarını korumak, medeniyetin olumlu yönlerini taşıyacak yeni bir toplum biçimi önerir. Bu toplum, bütün bireylerin katılımını sağlayan ve onları doğa durumundaki gibi özgür hale getiren bir birliği ifade eder.
Modern toplumun kurucu unsurlarından olan birey kavramı, geleneksel toplum yapısından bir kopuşa işaret eder. Modern öncesi toplumlarda kişisel ve özgün kimliklere sahip bir birey anlayışı yoktu; insanlar daha çok, bağlı bulundukları aile, köy, yerel cemaat veya sosyal sınıf gibi bazı toplumsal grupların üyeleri olarak bilinirdi.
Sözleşme kuramcılarına göre bireysel özgürlük en üstün siyasi değer ve birleştirici bir unsurdur. Nitekim insan onurunun ve insani yaşamın bir gereği olan özgürlük, insanların beceri ve yeteneklerini geliştirip, potansiyellerini gerçekleştirebilmelerinin yegane koşulu olarak görülür.
İnsanları rasyonel varlıklar olarak gören sözleşme kuramcılarına göre bencil isteklere sahip bireylerden oluşan rekabetçi yapıdaki bir toplumda, çatışan iddia ve taleplerin uzlaştırılabileceği zemini akıl oluşturabilir. Başka bir ifadeyle akıl toplumsal çatışkıları barışçıl yollarla çözümü kavuşturacak imkanlar sunar.
Modern toplumların bireyci yönü genellikle hoşgörü kavramıyla birlikte ele alınır. Hoşgörü hem etik bir ideal hem de sosyal bir ilkedir. Hoşgörü, bir yandan kişisel özerklik amacını temsil ederken, diğer yandan da insanların birbirlerine nasıl davranmaları gerektiğiyle ilgili kurallar koyar.