Sivil Toplum ve Devlet

Sivil toplum, tarihsel olarak çeşitli dönüşümler geçirerek bugüne kadar kullanılagelen sosyo -politik bir kavramdır. Modern döneme kadar tam olarak devlet ile ayrıştırılamayan bu kavramın günümüzdeki kullanımı genel olarak devletten ayrı, müstakil, iktidarı dizginleyen ve özerk bir alan şeklinde olmuştur.

Çeşitli toplumsal grupların özerkliğine ve eşit haklar temelinde yükselen bir yurttaşlık düzenine gönderme yapan sivil toplum kavramı, devletle ilişkili ancak özerkliğe sahip olan ve toplumun üyeleri tarafından kendi çıkarlarını ya da değerlerini korumak veya yaymak için gönüllü olarak oluşturulan örgütlenmelerin oluşturduğu bir alandır. Aynı zamanda sivil toplum, üyeleri, asıl olarak devlet dışı etkinlikler bütünüyle ve gönüllü örgütlerle uğraşan ve bu şekilde devlet kurumları üzerine her türlü baskı ve denetimi uygulayarak kendi kimliğini koruyan ve dönüştüren kurumlar kümesidir.

Sivil toplumun kökeni Aristoteles’in siyaset kuramına kadar geri götürülebilir. Ona göre, insanın ahlaki ve entelektüel gelişimini sağlayan polis, “politika koinonia” karşılık gelir. O, politik düzen anlamına gelen politika koinonia ile “communitas” ve “societas civilis” kavramlarını eş anlamlı olarak kullanır.

Sözleşme kuramcıları açısından sivil toplum ya da medeni toplum, genel itibariyle doğa durumundaki bazı kusur ve eksiklikler nedeniyle oluşturulmuştur.

Aydınlanma yüzyılında sivil toplum kavramının gelişiminde önemli bir figür olan G. W. F. Hegel, sivil toplum kavramını büyük ölçüde devletten ayırarak, onu karmaşık bir sosyal düzen olarak ele alır. Toplumun sivil parçasını aile ve devletten ayıran Hegel, societas civilis kavramının geleneksel karşılığını radikal olarak değiştiren ilk kişi olmuştur.

Marks, sivil toplumu siyasi yaşamı belirleyen bir alan olarak değerlendirirken, devleti de sivil toplumdaki çatışma ve çelişkileri uzlaştıran bir kurum değil, sivil toplumun yansıması olarak ifade eder.

Amerikan toplumunda halkın nasıl olup da kendi sorunlarını çözebildiğini ve devlet karşısında baskıya maruz kalmadığını analiz eden Tocqueville, bu toplumun karşılaştığı her sorunu vakıf ve dernekler kurarak yani sivil toplum kuruluşlarıyla çözdüğünü tespit etmiştir ve bu sayede insanların devlete bağımlılığının asgari düzeyde olduğunu ileri sürmüştür.

Gramsci’ye göre sivil toplum devletin içinde yer alır. Ona göre devlet = politik toplum + sivil toplumdur. Sivil toplum bir toplumsal grubun, toplumun bütünü üzerindeki kültürel ve siyasal hegemonyasını devletin etik içeriğini ifade eder.

Modern sivil toplum, devletin mutlak etki ve erişim alanını daraltan, toplum içerisinde kendiliğinden oluşmuş birçok bağımsız yapıyı barındıran, insanların kendi problemlerini çözebilmek için örgütlenmelerini, halkın düşüncelerini yönetime yansıtmasını sağlayan bir özellikler bütünüdür.

Devlet ve sivil toplum ilişkisinde modern anlamda iki hakim düşünce bulunmaktadır. Bunlardan birincisi sivil toplumu aşkın bir devletin baskılarına karşı bireysel özgürlüğün korunduğu bir toplumsal alan olarak ele alan görüş, diğeri ise sivil toplumu “herkese karşı herkesin” anti -sosyal bir savaşı olarak gören görüş.

Etkin bir sivil toplum, temsil ve meşruluk krizlerinin aşılması sürecinde toplumsal taleplerin siyasal alana iletilmesini sağlayacak demokratik siyasaların geliştirilmesine hizmet eder. Devlet ve toplum arasındaki iletişimin tamamlayıcı bir unsuru olarak alternatif bir temsil mekanizması işlevini yerine getirebilir.

Sivil toplumun Türkiye'nin özellikle 2000'li yıllarda yaşamaya başladığı değişim ve dönüşüm sürecinin önemli bir toplumsal aktörü konumuna geldiği söylenebilir. Bu dönemde toplumsal sorunlara kalıcı ve uzun dönemli çözüm bulma konusunda katkı veren etkili bir sivil topluma gereksinim olduğu gerçeği sıklıkla dile getirilmiştir.

Türkiye'nin giderek karmaşıklaşan toplumsal ilişkiler ağında sivil toplum, dayanışma, güven, sorumluluk, istikrar ve sorunlara çözüm bulma gibi önemli değerlerin yaratılmasında önemli bir role sahip olacağı görülmüştür.