Küreselleşen Toplum, Küreselleşen Siyaset

Günümüzde küreselleşmenin, insanlığın hemen her alanına sirayet etmiş olduğu söylenebilir. Dolayısıyla küreselleşmenin toplum yapısı ve siyaset üzerinde de ciddi etkileri bulunmaktadır. Toplumların temelinde de siyasetin temelinde de artık küreselleşmenin ilkeleri hâkim olmaya başlamıştır. Küreselleşmeyle ortaya çıkan yeni dünya düzeninde toplumsal yapı da küresel bir boyut kazanmaya başlamıştır, siyaset de büyük oranda küresel bir siyaset hâlini almıştır. Bu nedenle günümüz dünyasında son derece önemli olan bu kavramı anlamak ve toplumla siyasetin küreselleşmeyle birlikte gelmiş olduğu noktayı idrak etmek, toplumsal ve siyasal bağlamda günümüzdeki birçok durumun büyük oranda açıklamasını da bize verecektir.

Küresel” kelimesi, “dünya çapında” anlamında kullanılmaktadır. Küreselleşme ise bir olay ya da nesnenin tüm dünyada etkili olması anlamındadır. “Küresel” ifadesi, uzun zamandan beri kullanılıyor olsa da son dönemlerde küreselleşmeye ilginin artmasıyla kavramın kullanımı daha da yaygınlaşmıştır.

En genel anlamıyla 20. yüzyıldan itibaren modernleşmeye bağlı olarak dünya üzerinde belli sınırların ortadan kalkıp dünyanın tek bir bütün olacak şekilde yapılandırılması sürecine küreselleşme denir.

Küreselleşme, küresel çapta bir kültürün ortaya çıkmasını ifade eder. Bununla tüm dünya genelinde bir bilgi sistemi meydana gelmiştir. Bu süreçle birlikte ulus -devlette zayıflama, çok uluslu yaşam tarzlarının gelişmeye başlaması, küresel çapta tüketim biçimlerinin ortaya çıkması, küresel spor faaliyetleri, dünya geneli turizm hareketleri, tüm dünyayı ilgilendiren ekolojik sorunların farkındalığı, ticari ve ekonomik ilişkilerin sınırları aşacak şekilde daha da hızlanması, dünya geneli etkili olan siyasal sistem ve hareketlerin meydana gelmesi, uluslararası teşkilatların oluşumu, farklı kültürlerin birbirleriyle ilişkilerinin küresel boyutta etkilere sahip olması, insan haklarının dünya genelinde yayılması gibi durumlar söz konusu olmuştur.

Küreselleşmenin, yeryüzündeki tüm insanların hep birlikte gerçekleştirmeye yöneldiği bir süreçtense, bunu ekonomik, kültürel ve fikirsel bağlamlarda tasarlayanların uygulamaya koymak istedikleri bir proje olduğu söylenebilir.

Küreselleşmeyi destekleyenlerin yanı sıra bu olguya karşı çıkanlar da olmuştur. Savunanlar, özellikle yenilikler için uygun koşulları oluşturup, eskimiş ve işlevini yitirmiş yapıları ve anlayışları sarstığı için küreselleşmeye karşı olumlu bir tutum benimsemişlerdir. Ayrıca temelinde bireysellik, özgürlük gibi değerlerin olduğu yeni bir evrensel medeniyetin oluşumunu ifade ettiğinden dolayı da küreselleşme, kimileri tarafından desteklenmiştir. Küreselleşmenin karşısında duranlar ise özellikle yerel değerlere, geleneklere ve insan ilişkilerine zarar verdiği gerekçesiyle küreselleşmeyi eleştirirler. Ayrıca bu kavramın, çok uluslu şirketlerin sömürgeci faaliyetlerini gizlemek için kullandıkları bir meşrulaştırma aracı olduğunu gerekçe göstererek de küreselleşmenin karşısında duranlar olmuştur.

Küreselleşme kavramı da kendinden önce var olan ve yerine geçtiği gerçeklikler gibi tartışmasız bir prensip hâlini almaya başlamıştır. Giderek doğru denilen şeyin küreselleşmenin bizzat kendisi olduğu, dünyanın sorgusuz sualsiz temel niteliği olduğu kabul edilmeye başlanmıştır.

Çağdaş dönemde dünya geneli finansal dolaşım önündeki engeller giderek ortadan kalkmaya başlamıştır. Bununla paralel olarak da ulusaşırı yatırımlar da gün geçtikçe daha fazla artmıştır. Finans piyasaları küresel bir boyut kazanmaya başlamıştır. Bu gelişmeler çerçevesinde dünya ekonomisinde ulusaşırı şirketler daha önemli hâle gelmiştir.

Küreselleşmenin teknoloji, üretim, finans piyasaları üzerinde olduğu kadar milli egemenlikler, ulus -devletler, bağımsızlıklar üzerinde de önemli etkileri vardır. Buna göre küreselleşme sürecinin ciddi düzeyde hız kazanmasının milletler ve milliyetçilik üzerinde de önemli etkileri olduğu söylenebilir. 20. yüzyıl sonlarına doğru küreselleşmeye dair gelişmelerle birlikte homojen ulus-devletlere dayalı yapılanma büyük oranda tahrip edilmiştir.

Richard Sennett’e göre önceden ulusların kendi kaderlerini belirleyebilecekleri düşüncesi sosyal politikanın temelinde bulunan düşünce iken artık siyaset ve ekonomi arasında bir ayrışma söz konusudur. Ekonomi üzerinde siyasetin etkisinin zayıflamaya başlamasıyla ulusların bağımsızlığı da giderek azalmaya başlamıştır.