Türkiye’de Bürokrasi: Analitik Bir Değerlendirme

Bürokrasi

Bürokrasi Nedir?

Bürokrasi sözcüğü, ilk olarak Vincent de Gournay tarafından Fransızcada hem ofis hem de yazı masası anlamına gelen “bureau”ya Yunanca yönetmek anlamındaki “kratos” eklenerek türetilmiştir. Dolayısıyla bürokrasi görevlilerin yönetimi anlamına gelmektedir. Terim ilk başta kamu görevlileri için kullanılmış olsa da yavaş yavaş genel olarak daha büyük örgütler için de kullanılacak şekilde genişlemiştir.

Batı’da bürokrasilerin çözümlenmesi Karl Marx, Emile Durkheim ve Max Weber’in teorileri ekseninde geliştirilmiştir. Her üç teorinin çıkış noktası kapitalist üretim biçimine dayanmaktadır.

Marx, devletin genel yararı değil hâkim sınıfın çıkarlarını temsil ettiğini ileri sürmekte ve bürokrasinin de bu hâkim sınıfın diğer sınıflar üzerinde egemenlik kurmasını sağlayan bir vasıta olduğunu savunmaktadır. Ayrıca bürokrasinin kapitalist toplumdaki gerçek görevinin, sınıf ayrımı ve egemenliğini güçlendiren ve devam ettiren bir düzeni topluma empoze etmekten ibaret olduğunu düşünmektedir.

Durkheim, genişleyen toplumsal yapıları tek merkezden idare eden geniş siyasal aygıtlara dikkat çekmiş ve bürokrasiyi de bu zemine oturtmuştur.

Weber’e göre; tarihsel süreçte geleneksel (patrimonyal) otorite, karizmatik otorite ve yasal-ussal otorite olmak üzere üç tür otorite ortaya çıkmıştır. Bürokrasiyi yasal-ussal otoritenin en ileri biçimi olarak değerlendiren Weber, bürokrasinin üç önemli sacayağını şu şekilde sıralamaktadır:

  • Parasal ekonominin gelişmesi
  • Modern devletin yönetim görevlerinin hızla artması
  • Bürokratik yönetim yapısının diğer bütün örgütlenme biçimlerine göre büyük bir teknik üstünlük kurması

Weber, yaptığı incelemeler sonucunda geliştirdiği bürokrasi modelini “ideal tip” olarak kavramsallaştırmıştır. Burada “ideal tip” en çok arzu edileni değil, bürokratik örgütün “saf” biçimini ifade etmektedir. İdeal tip bürokrasi gerçekte, eksiksiz olmaktan ziyade, soyut bir tanımlama ve kavramsal bir çerçeve sunmaktadır. Bu bağlamda Weber bürokrasiyi doğrudan tanımlamak yerine onun unsur ve özelliklerini zikretmekle yetinmiştir.

Türkiye'de Bürokrasi

Tarihsel Miras

19. y.y’ın başından Cumhuriyet’in kuruluşuna kadar geçen dönemde dört bürokratik seçkin grup yönetimi eline almıştır. Bu dört grup kronolojik olarak şunlardır: “Profesyonel Osmanlılar”, “Eski Osmanlılar”, “Genç Osmanlılar” ve “Genç Türkler (Jön Türkler)” dir. 1839’da başlayan Tanzimat Döneminin önemli devlet adamları (Mustafa Reşit Paşa, Âlî ve Fuat Paşalar v.s) batılılaşma çabalarıyla birlikte Profesyonel Osmanlıları devre dışı bırakan Eski Osmanlıların önemli temsilcileridir.

Osmanlı Devleti’nde ortaya çıkan modernleşme süreci bürokratik boyutta patrimonyal bürokrasi anlayışından hukuki rasyonel bürokrasi anlayışına geçişi ifade etmektedir. Daha geniş kapsamlı bir biçimde 19. Yüzyılda başlayan ama kökenleri 16. Yüzyıla kadar götürülebilecek değişim, dönüşüm süreci Osmanlı-Türk Modernleşmesi olarak tanımlanmaktadır. Çok farklı tanımları yapılabilmesine rağmen kısaca modernleşme terimi, batılı olmayan toplumların siyasi ve toplumsal ölçekte, batılı modele evrilmeleri sürecini ifade etmektedir. Klasik modernleşme anlayışına göre, modernleşme, sanayileşmiş batının bazı üst yapı kurumlarını ve yaşam biçimini benimsemektir

II. Mahmut; merkezle taşra arasında bağlantıyı sağlayan yerel seçkinlerin (Ayanlar) otoritesini kırmış ve “İltizam Usûlü”nü kaldırarak (1830) vergi toplama işini merkezin tayin ettiği memurlara (Muhassıl) devretmişti. Böylece 1830’lardan itibaren II. Mahmut kendi mutlak egemenliği altında merkeziyetçi bir “bürokrasi monarşisi” kurmaya başlamıştı.

Jön Türkler diğer bir deyişle “Mektepliler”, devletin; Padişaha ve Paşalara değil, daha rasyonel esaslara istinat etmesi gerektiğini savunuyorlardı. Ayrıca bunlar, geleneksel Osmanlı asker ve sivil memurlarından farklı olarak görevde yükselmenin Padişahın lütfuyla değil, kendi becerileriyle olacağını biliyorlardı. Diploma sahibi olan bu insanlar, bir işe tayin edildikleri zaman bunu bir lütuf değil, hak olarak görüyorlardı. Bu anlayış, genelde usta çırak ilişkisi ile yetişmiş, çalıştığı dairedeki amirine ve Padişaha sorgusuz sualsiz itaat yoluyla atama ve yükselmeye alışmış geleneksel bürokrasinin alışık olmadığı bir durumdu.

Cumhuriyet Döneminde Bürokrasi

Tek Parti Döneminde Bürokrasi

Cumhuriyet’in ilk yıllarında bürokrasinin yapısı ve işlevleri çok gelişmiş değildi. Henüz kapsamlı ekonomik ve sosyal devlet görevleri oluşmadığı için İçişleri, Dışişleri, Maliye, Adalet ve Savunma gibi klasik devlet hizmetlerini yerine getiren bakanlıklar nispeten güçlü bürokratik yapıya sahipti. Sağlık, Eğitim, Bayındırlık, Tarım ve Ticaret Bakanlıkları örgütsel olarak oldukça zayıf görünüyordu. Bununla birlikte ekonomik olarak özel girişimin henüz gelişmediği ve hızlı bir modernleşme sürecine giren Türkiye’de bürokrasi hızlı bir biçimde genişlemeye başladı. Özellikle 1929 Dünya Ekonomik Buhranından sonra uygulamaya geçirilen devletçilik politikaları da bürokrasinin genişlemesine katkı sağladı. Nitekim 1931 yılında 104.115 olan memur sayısı 1938’de 134.779’a, 1946’da ise 222.166’ya yükseldi. Yani 1931-1946 yılları arasında bürokrasideki artış oranı yaklaşık %113 oldu.

Çok Partili Dönemde Bürokrasi

Çok partili siyasi hayata geçtikten sonra kendisini rejimin koruyucusu olarak gören askerî ve sivil bürokrasi ile siyasal iktidar arasındaki ilişkiler hep gergin olmuştur.

Türkiye’de bürokrasi modernleşme sürecinde patrimonyal bürokrasi anlayışından hukuki-rasyonel bürokrasi anlayışına doğru bir evrim geçirmiştir. Weber’in ideal tip bürokrasi anlayışına tam anlamıyla bir uygunluktan söz etmek mümkün değilse de gelinen noktada azımsanmayacak bir ilerleme gösterdiğini söylemek mümkündür.