Ruhsal Bozukluklarda Tanı ve Sınıflandırma
Hastalıkların önlenebilmesi ve hastaların tedavi edilebilmesi için öncelikle iyi bir tanımlama, tanı koyma, sınıflandırmaların yapıldığı bir dizgenin (sistematiğin) bulunması gerekmektedir. İyi tanımlanmamış ve sınıflandırılmamış hastalıkların oluş nedenleri saptanamaz, sıklık ve yaygınlıkları araştırılamaz hatta bu hastalıkların tedavi yöntemleri belirlenemez. Bu bağlamda psikiyatri belli sınıflandırmaları ve tanı ölçütleri olan sağlam temeller kurma yolunda önemli gelişmeler göstermiştir.
Bu bağlamda DSM (Ruhsal Bozuklukların Tanı ve İstatistiksel Elkitabı - Diagnostic and Statistical Manuel of Mental Disorders) ve ICD (Uluslararası Hastalıklar Sınıflaması -International Classification of Diseases) tanılama ölçütleri oluşturularak ruhsal hastalıkların tanılama ve sınıflandırılmasında ortak dil oluşturma yoluna gidilmiştir.
Ruhsal bozuklukların tanılama ve sınıflandırılmasında kullanılan DSM (Diagnostic and Statistical Manuel of Mental Disorders) ilk kez 1952’de, Amerikan Psikiyatri Birliği (APA) tarafından yayımlanmıştır.
1960’lardan sonra öncelikle yeni bulunan ilaçların etkilerinin değerlendirilmesi amacıyla psikiyatrik tanı ve sınıflandırmayı öznellikten kurtarmak, bilimsel çerçeveye oturtmak için çabalar yaygınlaşmıştır. Böylece 1968 ‘de DSM -II yayımlanmıştır.
1980’de yayımlanan DSM -III ile de ilk kez, ruhsal bozuklukların tanı ve sınıflandırılmasında, araştırmalara dayanan tanı ölçütleri (diagnotic criteria) getirilmiştir.
Bu süre içinde Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ, WHO) ise ICD (Uluslararası Hastalıklar Sınıflaması -International Classification of Diseases,) adı altında bütün tıbbi hastalıkları içeren, bir sınıflama geliştirmiştir. Dünya Sağlık Örgütü tarafından sırasıyla ICD -8 (1968), ICD -9 (1979), ICD -10 (1992) yayınları ile uluslararası tanı dizgeleri oluşturulmuştur. ICD -10’un basımından sonra 1994’te DSM -IV yayınlanarak bütün dünyada kullanılır olmuştur. DSM - IV’ün DSM -III ve DSM -III-R’den en önemli farkı temel dayanağının uzman görüşlerinden çok, geniş ve kapsamlı kaynak taramasına ve araştırma verilerine dayandırılma çabası olmuştur.
Daha sonra 2013’de DSM -V çıkarılmıştır. DSM -III’ün ICD -9’dan, ICD -10’un DSM -III-R’den, DSM -IV’ün ICD -10’dan, DSM -V’in DSM -IV’den etkilenerek standart bir dizgeye doğru yaklaşıldığını vurgulamak gerekmektedir.
Temel ruh sağlığı bozukluklarından şizofreni; geçen yüzyıldan beri tanımlanmasında güçlük çekilen, tarih boyunca değişik adlar verilen, toplumda korku uyandıran şizofreni; bireyin insan ilişkilerinden ve gerçeklerden uzaklaşarak kendine özgü bir âlemde yaşadığı; duyuş, düşünüş ve davranışlarda önemli ölçüde bozuklukların görüldüğü ağır bir ruhsal bozukluktur.
Sanrısal bozukluklar; paranoya ve paranoid durumlar olarak bilinen bu ruhsal bozukluk; genel uyum ve davranışlarda belirgin bozukluğun, acayipliğin, garipliğin bulunmasının en az bir ay devam etmesinin yanı sıra şizofreni ölçütlerine uyan belirtilerin bulunmadığı durumlar, sanrılı bozukluk olarak tanımlanmaktadır.
Duygudurum bozuklukları; bazen gerçekten üzülecek, sevinilecek ya da öfkelenilecek bir durumda birey bu durumla bağdaşmayacak şekilde aşırı tutarsız kimi zaman da uygun olmayan duygusal tepkiler sergileyebilir hatta tümden tepkisiz kalabilir. Bu da duygulanımda bozukluk belirtisi olup duygulanım ya da duygudurum bozuklukları olarak tanımlanmaktadır.
Nevrotik bozukluklar; nevroz tek başına bir hastalık değil, bir hastalık grubunun genel adıdır. Nevroz; bedendeki sinirlerin organik ya da işlevsel hastalığı karşılığında kullanılan terimdir. Nevrozlarda temel patoloji bunaltıdır.
Kişilik bozuklukları; kişilik kavramı, bireyi diğer kişilerden ayıran, kendine özgü olan özelliklerini içermektedir. Kişilik yapısı ile kişilik bozukluğunun karıştırılmasından dolayı, kişilik bozukluğunun tanımını yapmak güçtür. Kişilik bozukluğu tanısı koyabilmek için her şeyden önemlisi bireyin öncekine göre toplumsal uyumunda, iş yaşamında, kişiler arası ilişkilerinde önemli derecede bozuklukların belirli sürede görülmesi gerekmektedir.
Cinsel uyum bozuklukları; cinsiyet kimliği; kişinin kendi benliğini ve bedenini belli bir eşeylik (cinsiyet) içinde algılayışı ve bunu kabullenmesidir. Uygun özdeşim örneklerinin bulunması cinsiyet kimliğinin gelişiminde önemli etkenlerden biridir. Uygun özdeşleşmenin yapılamayıp cinsel sapmaların bulunması cinsel uyum bozuklukları olarak adlandırılabilir.
Ruhsal etkenlere bağlı olan fizyolojik işlev bozuklukları; ruhsal etkenlere bağlı olan fizyolojik işlev bozuklukları, yeme bozukluğu ve uyku bozuklukları olmak üzere iki başlık altında toplanmaktadır.
Yeme bozuklukları; yeme bozuklukları beden ağırlığı ile aşırı uğraş ve yeme davranışlarındaki değişikliklerle giden; anoreksiya nervoza, bulimiya nervoza, tıkanırcasına yeme bozukluğu gibi bozuklukları içermektedir.
Uyku bozuklukları; uyku bozukluğu bir çok hastalık eşliğinde sıkça görülmektedir. Ancak başka bir hastalığa bağlı olmayarak kendi başına bir bozukluk sayılan türleri de ciddi anlamda yaygındır. Uyku bozukluğu olarak sayılabilmesi için herhangi bir hastalığa bağlı olarak ortaya çıkmamasının yanı sıra bedensel hastalık yada bir ilacın yan etkisine bağlı olmaması gerekmektedir.
Organik ruhsal bozukluklar; organik sözcüğü beyinde özgül bir bozukluğun varlığını göstermektedir. Bu ruhsal bozukluğun ortaya çıkmasında doğrudan doğruya beyinle ilgili sebeplerin yanı sıra sistemik ve toksik etkenlerinde yola açabileceğine dair çalışmalar bulunmaktadır.
Psikoaktif madde kullanımına bağlı bozukluklar; psikoaktif madde kullanım bozuklukları önemli toplumsal ve ruhsal problemlerden birisidir. Alkol, sigara, esrar, sadatif -hipnotik veya anksiyolitik ilaçlar gibi birçok bu türde maddeler, kişinin psikolojik durumu üzerine etki yaptıklarından psikoaktif madde adını almaktadır. Psikoaktif maddeleri kullanmanın kendisi bir ruhsal bozukluk olmasının yanı sıra maddelerin kullanımı ya da kesilmesi sırasında ortaya çıkan durumlarda ayrı bir ruhsal bozukluk olarak ortaya çıkmaktadır.
Çocukluk çağı ruhsal sorunları ve bozuklukları; çocuk için ruhsal sağlık, genel olarak çocuğun denge ve uyum içinde olması şeklinde tanımlanabilir. Bu yaşlarda görülebilecek ruhsal bozukluklar normal psikolojik gelişimi aksatarak çocuk ve gençlerin ideal işlevselliklerine erişmesini engelleyebilmektedir