Okuma Parçaları IX

Okuma Parçası I

İbrahim Müteferrika

Geçen yüzyıllarda Osmanlı Devleti’nin hizmetine giren Macarlardan Osmanlı milletine yaptıkları faydalı işler bakımından iki kişi öne çıkmaktadır. Bunların birisi Topçu Urban öteki Matbaacı İbrahim Müteferrika’dır. Yüzlerce seneler bu iki kişinin hayatlarını birbirinden ayırıyorlar. Hizmetleri birbirine benzemediği gibi Osmanlı topraklarına sığınmalarının sebepleri de başka başkadır. Biri büyük bir fethe maddi olarak diğeri Osmanlı maarifine manevi olmak üzere ikisinin hizmeti de anılmaya değerdir. Urban, kendi arzusu ile Türklerin yanına gelip Fatih Sultan Mehmet zamanında Osmanlı ordusunun kullanması için ilk büyük topları döktü. İstanbul duvarlarında gedikler açan büyük toplar Urban Usta’nın mahir yeteneğiyle meydana gelmişti. İbrahim Müteferrika kendi arzusu ile değil olayların zorlamasıyla Osmanlı milleti hizmetine girmişti. Bu memlekette birinci matbaanın teşkili ile ilimin yayılması için hatırdan çıkarılamayacak bir hizmet yapmıştır. Kıymetli girişimleri ile bu milletin ilim ve maarif tarihinde güzel bir şekilde anılmaya değer olan bu erdemli zatın biyografisine ait öğrendiğimiz bilgileri bu satırlar sunuyoruz. İbrahim Müteferrika, Kalvinist Hıristiyan mezhebinde olan fakir bir Macar ailesinden miladi 1674’te yani tahminen hicri 1085’te Macaristan’ın doğu tarafında olan Kolojvar şehrinde doğmuştur. Babası anası fakir aileden olup Macaristan’da bu ailenin şöhreti ve geriye bıraktığı bir şey kalmamıştır.

Okuma Parçası II

Osmanlı Dârü’l-fünûnu

Fatih İkinci Sultan Mehmet’in Bizans İmparatorluğu’na son vermesi dünya tarihinde yeni bir devrin başlangıcı sayıldığı hâlde bu devrin özellikle ilim için açtığı yeni bir ana güzergâha ne yazık ki girememiştik. Bu konuda ertelemelerimizin bize ne kadar pahalıya mâl olduğunu söylemeye gerek yoktur. Bununla beraber Avrupa’da mezhep, ilim, edebiyat sanat ve siyasetçe bunca büyük ve önemli değişimler meydana gelmekte olduğu hâlde bunlara karşı ilgisiz kalmamız konumumuz itibariyle nasıl mümkün olabilirdi? Bu sebeple daha III. Sultan Ahmet zamanından itibaren bizde de belirtileri başlayan yenileşme çabaları nice nice kanlı engeller ve anlaşmazlıklara rağmen yol almıştı. II. Sultan Mahmut zamanında bu yenileşme ihtiyacı tamamen anlaşıldığından esası Sultan I. Mahmut’un 1147 senesinde açtırdığı Humbarahane ile başlayıp, III. Sultan Selim tarafından 1210 senesinde Mühendishane -i Berri -i Hümayuna (Kara Mühendishanesi) dönüştürülen okula ilave olarak Cerrahhane, Tophane, Harbiye, rüştiye mektepleri açılmış ve “yeni ilimler ve gerekli iş ve işlemler konusunda öğrenim görmesi için Müslüman tebaanın çocuklarından 150’sinin Avrupa okullarına gönderilmesi hususunda padişah emri gereğince tabhâneden ve Enderûn ağalarından seçilmiş ve gönderilmesine karar verilmişti.

Okuma Parçası III

Tarihte Osmanlı Neferi

Osmanlı neferi yalnız saldırıda becerikliliğini göstermezdi; savunmada da akla hayret verecek cesaretler gösterirlerdi. Esasen Kanuni Sultan Süleyman devrinin son zamanlarına kadar ordumuz hep saldırıda idi. Osmanlı askeri tamı tamına 255 sene saldırıdan saldırıya geçmişti. Savunmada kalması, devletimizin duraklama devrine denk gelmişti. O zaman düşmanlarımızın bize karşı saldırıları başlamıştı.

Osmanlı askeri bu saldırıları da fedakâr bir şekilde püskürttü, aldığı kaleleri düşmanın daha üstün kuvvetlerine karşı şerefli bir şekilde savundu. Askerlerimiz saldırıda gösterdiği niteliği savunmada da sergiledi.Estergon kuşatmasında idi (1002). Sultan III. Mehmet zamanında açılan Avusturya seferi bütün şiddetiyle devam ediyordu. Estergon müdafileri düşmanın daha üstün kuvvetlerine şiddetle karşılık veriyordu.

Bu savunma ani bir hâdise ile kesintiye uğradı:Estergon Hristiyanları tamamen düşmana katılmışlardı. Düşman Estergon kuşatmasını gittikçe şiddetlendiriyor, surlara günde iki bine yakın mermi atıyordu. Kaleye dışarıdan yeniçeriler, hisar erleri, kayıklarla yeniçeri gönderiliyor, hiç bir başarı elde edilemiyordu. Bununla beraber kaleyi savunan gaziler büyük bir dayanıklılık gösteriyorlardı. Düşmanın her hücumu pek çok can kaybı ile kırılıyor, surun önleri cesetlerle doluyordu. Her iki taraf da cesaret göstermekten geri kalmıyordu. Düşmanın iri gülleleriyle kale duvarları yıkılıyor, birçok yerleri toprak ile bir oluyordu. Düşman, kale duvarlarının yıkıldığını görünce büsbütün cesaretlendi, Estergon’un fedakâr savunma yapanlara haber gönderdi.

Okuma Parçası IV

Barbaros Hayreddin

Çektiğimiz felâketlerin intikamını düşmanlarımızdan almak istiyorsak bugün minaresine çan takılmış yüzlerce Allah evinin caminin üzerindeki o şeytan, o namert iniltisini pençemizle boğacak kadar er isek bu koca Osmanlı Devleti’ni kurmak için babalarımızın nasıl çalıştığını okumalı, öğrenmeli, yüreklerimize kanlı satırlarla yazmalıyız. Yaptığımız bunca kusurlara karşı hâlâ bizi bin türlü nimetler, şerefler ile besleyen bu yüce ve geniş vatan öyle kolaycacık harita üstüne çizili vermedi. Sınırlarımız Akdeniz’in sonuna, Hint denizlerine, Tuna sularına, Karadeniz dalgalarına nice kahramanların, nice fedakârların, nice aslan kalplerin kırmızı ve sıcakkanıyla çizildi. O fedakârlar şikâyetsiz, ödülsüz din uğrunda devlet ve millet yolunda tatlı canlarını keskin kılıçlara, ateşli güllelere açtılar ve bize ibret göstererek Allah’ın rahmetine göçtüler! Şimdi cennet olan makamlarından biz oğullarına bakıyorlar! İslâmlık uğrunda, Osmanlılık yolunda varını, yoğunu feda eden, o zaman düşmanımız olan bütün dünyayı titreten başarılı kimselerden birisi, belki en büyüğü Gazi Barbaros Hayrettin Paşa’dır. Kahraman Paşa zaten savaşçı oğlu savaşçıydı. Bundan 475 sene kadar önceydi. Kahraman Padişahımız II. Sultan Mehmet Osmanlılığın, İslâmlığın demir pençesini uzatarak Rumlardan bu güzel İstanbul şehrini aldı.

Okuma Parçası V

Said Paşa’nın Hâtırâtından

Hüdâvendigâr vilâyeti valisi iken izinli bir şekilde İstanbul’a dönmüştüm. İki gün sonra Safvet Paşa’nın ziyaretine gittim. Yanında bir İngiliz subayı vardı ki bizde Mahir Paşa ismini ve unvanı almıştı. Safvet Paşa o subayla Doğu Rumeli’yle ilgili bazı konuları görüşüyordu. Safvet Paşa bu müzâkere sırasında bana hitap ederek dedi ki: “Görüştüğümüz maddeler savaşın sebep olduğu felaketler cümlesindendir. Siz ve ben savaşa muhalif idik. Herkes kavga istiyordu.” Bu sırada Rüsumat Emini Edip Efendi geldi. Safvet Paşa ona kendisiyle benden başka herkes savaş taraftarı olduğunu hatırlattıktan sonra savaştan ne sonuçlar çıktı görsünler doğrultusunda şikâyetler etti. Ben de efendim Tersane Konferansı’nda devletlerin teklif ettikleri şeyler üç eyaletin (Bosna, Hersek, Bulgaristan) bizden daha sonra ayrılmalarına netice verecek meseleleri de kapsıyor gibiydi. Onların kabulünden tekrar tekrar kaçınmanız kabul edebilir.

Fakat konferans dağıldıktan elçiler diplomatik münasebeti keserek gittikten sonra da devletler bize karşı müsaade eder harekette bulundular. Londra Protokolü’nü tebliğ ettiler. Onun kabul olunmamasına hiç mana veremem. Ben başlangıçta savaşın aleyhinde bulunduğum gibi daha sonra Londra Protokolü ret olunmamasını dahi ikaz etmiştim dedim. Bunun üzerine Safvet Paşa durumu değiştirerek dedi ki Londra Protokolü görüşümüz alınmayarak hazırlanmış bir kararı içermekteydi. Adeta gıyabımızda verilmiş bir hükümdü. Onu kabul etseydik devletin bağımsızlığı kalmazdı.

Okuma Parçası VI

Ziyâret-i Hırka-i Sa‘âdet

I. Selim’in Abbasi Halifesi III. Mütevekkil Alellah’ın rızasıyla İslam halifeliğini üzerine alması törenle Ayasofya Camii’nde yapılmıştır. Hatta Enderun’un mükemmel bir tarihini yazmış olan “Atâ” bu töreni şu şekilde yazıyor: Ayasofya Camii’nde gayet mükemmel ve düzenli büyük bir mecliste Abbasi Halifesi Mütevekkil, yüksek bir minber ve sultanlar sultanı halife hazretlerinin yüce İslam toplumunun halifeliği hakkında Allah tarafından bahşedilmiş bir kabiliyeti olduğunu ve bu halifeliği hak ettiğini itiraf etmiştir. Ardından İslam halifeliğinin Padişah’ın üzerine terk ederek halifelikten çekildiğini bildirerek sırtındaki halifelik feracesini kendi eliyle padişaha giydirmiş ve o mukaddes mecliste bulunan herkes derhâl duruma şahitlik edip onaylayarak padişahı tebrike başlamışlardır.) Kutsal emanetlerin türü ve adedi herkesçe bilinmektedir. Gerek Hırka -i Saadet ve gerek diğer emanetler İstanbul’a getirildiği zaman doğruca Haremde muhafaza altına alınmıştır. Daha sonra Hırka- i Saadet mukaddes odasının temeli atılarak (Hazret -i Peygamber’in hırkasına gündüz ve gece hürmet göstermeye halife padişah da dâhil olduğu hâlde silahdar ve çûkadâr, rikâbdâr, anahdâr ağalarla pîşkîr ağası, baş çûkadâr ve sır -kâtibi ve sair mâbeyncilerle beraber 40 adet gedikli hademe ve birkaç mülâzımdan ibaret olmak üzere “özel bir oda” yapılmıştır.) Sultan IV. Murad bu özel odanın altındaki has odayı terk ederek Hırka- i Saadet mübarek odasının karşısında diğer bir özel oda yaptırmıştır. Karşı gazetelerinden biri ziyaret hakkında yazdığı yazıda ramazanın ilk yarısında Halifenin biri 12’sinde ve diğeri 15’inde olmak üzere iki defa Hırka- i Saadete giderek birincisinde Hırka -i Saadet dairesinin temizlik ve süslenmesine ikincisinde dahi Hırka -i Saadeti öpme töreninin yapılmasına nezaret etmeleri eski bir adet olduğunu yazıyor.