Osmanlı İktisadî Sisteminin Temel Özellikleri
Klasik dönem Osmanlı Devleti’nde bugünkü anlamda bir iktisat politikasından ve bu politikaya yön veren bürokratik organizasyondan söz etmek mümkün değildi. İktisadî meselelerde kararlar almakla yükümlü olan görevlilerin aslî görevlerinin iktisadî nitelikte olmadığı bilinmektedir.
Osmanlı Devleti’nin 1500 -1800 yılları arasında ekonomik hayatla ilgili almış olduğu kararlar “İaşe (Provizyonizm)”, “Gelircilik (Fiskalizm)” ve “Gelenekçilik (Tradisyonalizm)”dir.
İaşe ilkesine göre ekonomik faaliyetlerin en önemli amacı kâr elde etmektir. Bu ilke ekonomik faaliyetlere tüketici açısından bakmaktaydı. Üretici ve esnaf sınıfı ticaretini yaptığı ürünü en ucuza üretip, bu üründen mümkün olduğunca çok kâr elde etmeyi amaç edinirdi. Buna karşın tüketici sınıfının önceliği ise ürün ve hizmetlerin bol, kaliteli ve ucuz olmasıydı. Devlet iaşe ilkesini benimseyerek sosyal düzenin korunmasını ve kamu faaliyetlerinin aksamadan sürdürülmesini sağlamak istiyordu. Bu nedenle İaşe ilkesi, Osmanlı iktisat politikasının en önemli ayağını teşkil ediyordu.
Tarımsal üretimde orta büyüklükteki aile işletmeleri, mümkün olan en yüksek düzeyde üretim yapmakla yükümlüydüler. Bu işletmeler devletin koruması altındaydı. Mirî sistem olarak tanımlanan mülkiyet rejiminde tarım arazilerinin mülkiyet hakkı devlete ait olmakla birlikte, toprak çiftçiye kiralanmış sayılır, babadan oğula intikal etmesine de müsaade edilirdi. Tarımsal arazilerin alımı ve satımı ise devletin sıkı kontrolü altındaydı. Çiftçinin toprağını terk etmesine ve başka bölgelere göç etmesine kesin olarak izin verilmezdi.
Tarımsal üretimin merkezi bu günkü idari taksimatta ilçenin karşılığı olan kazâydı. Kazâda üretilen ürünlerle öncelikle üretim merkezinin ihtiyaçlarının karşılanması amaçlanırdı. Daha sonra öncelik sırası ordunun ve sarayın ihtiyaçlarıdır. Tüm bu ihtiyaçlar karşılandıktan sonra kazâdan elde edilen ürünlerin İstanbul başta olmak üzere ülkenin farklı bölgelerine nakline ve ihracatına izin verilmekteydi.
İhracat Osmanlı Devleti’nin önceliği değildi. Hatta ihracatı zorlaştırmak için katı kurallar ve sınırlamalar söz konusuydu. İthalatta ise devletin teşvik edici politikalarının olduğu malumdur. Bu durum “iaşe” ilkesinin Osmanlı ekonomisi üzerindeki etkisini göstermesi açısından oldukça önemlidir.
Diğer bir ilke olan Gelenekçilik (Tradisyonalizm) ise “Kadim” olanın korunmasını amaçlamaktaydı. Ziraî ve sınaî alanda devletin katı bir kontrol uygulaması, işletmelerin büyümesine izin verilmemesi köylünün toprağını terk ederek şehirlere göç etmesinin yasaklanması, mevcurt dengenin sürdürülebilmesini amaçlamaktaydı. Böylece üretim ve tüketim arasındaki denge korunarak tüketimi artırabilecek eğilimlerin önüne geçilmek suretiyle kıtlığın önüne geçilebilecekti. Bu amaçla israfın yasaklanması ve lüks tüketimin sınırlandırılması söz konusu olmuştur.
Dengenin korunması için üretimin de kontrol altında tutulduğu bilinmektedir. Şeriat iktisadî hayatın çeşitli alanlarını düzenleyen kuralların ana kaynağıydı. Ancak şeriatın çözümü konusunda herhangi bir yol göstermediği meseleler örf ve kanunnameler vasıtasıyla çözülmeye çalışılırdı.
Gelircilik yani Fiskalizm ilkesi ise hazineye ait gelirleri mümkün olduğunca artırmayı ve yüksek tutmayı hedeflerdi. Bu durum iktisadî faaliyetlerin devlete getireceği vergi gelirine odaklanmaktaydı. Ticari faaliyetlerde kâr oranının, faizden elde edilebilen kâr oranına göre daha sınırlı olması tüccarın sermaye birikimini zorlaştırdığı gibi sermayenin girebileceği alanlar yüksek gelir sahibi askerî zümrenin giderlerini karşılamak üzere talep ettikleri kredilere yönelirdi.
Osmanlı’da sermaye birikiminin önemli bölümü devlet ve vakıfların elinde bulunmaktaydı. Halk arasında ise servet farklılaşması son derece düşük durumdaydı. Bununla birlikte 18. Yüzyıldan itibaren bu durumun değişmeye yüz tuttuğu söylenebilir. Üretim sektöründe elde edilen kâr oranın faizden elde edilen kâr oranına göre daha düşük seviyede olduğundan sermaye birikimi daha ziyade banker/sarraf ve mültezim grubuna yönelmekteydi.
Reform çağında mukataalaştırma hızlanmış ve ayanlar tarafından kontrol edilen kaynakların merkeze transferi ile hazineye ait kaynakların artırılmasına çaba sarf edilmiştir. Bu dönemde tradisyonalizm önemini kaybetmeye başlamıştır. Burada geçmişin ihya edilmesi düşüncesinin yavaş yavaş terk edilmeye başlamış olması önemlidir. Rusya’ya karşı İngiltere’nin desteğini almak amacıyla 1838’de imzalanan Baltalimanı Muahedesinde kabul edilen hükümlerle fiskalizmin etkisi 4 kat artırılmıştır. Bu antlaşmayla yerel üretici Avrupalı rakipleri karşısında savunmasız duruma düşmüştür. 18. Yüzyılın ilk çeyreğinde başlayan fabrikalaşma çabaları bu antlaşma hükümleri sebebiyle olumsuz etkilenmiştir. 1861’de imzalanan Kanlıca Ticaret Muahedesine göre 1869 yılında gümrük resminin %1’e çekilmesi ile provizyonizm ilkesinin terk edildiğini ve ihracata önem verilmeye başlandığını görmekteyiz. Bahsi geçen iki antlaşmanın da etkisiyle uluslararası rekabete dayanamayan sınaî üretim ve esnaf derinden yaralanmıştır. Yerli üreticinin karşılaştığı bu sıkıntının arka planında provizyonist ve fiskalist mantıkla hareket eden devletin kendi üreticisini himaye edecek bir politika geliştirememiş ve vergi muafiyetleri sağlamamış olması yer almaktadır.