Osmanlı Yargı Sistemi
Osmanlı hukuku iki kısımdan oluşmaktaydı. Birincisi şerʻi hükümler, ikincisi ise örfi hukuktur. Şerʻi hükümler Kur’an -ı Kerim, Sünnet, İcma ve Kıyasa dayanan ve fıkıh kitaplarında bir araya toplanmış hükümleri ifade etmektedir.
Örfi hukuk ise padişahın emir ve fermanlarıyla oluşan kurallar bütünüdür ve idari, askeri, vergi ve toprak hukuku gibi konuları düzenlemektedir.
Cengiz Yasası, Timur Tüzükatı, Uzun Hasan ve Alaüddevle Bey kanunları diğer Türk Devletlerindeki örfi kanunlara örnektir.
Kanunların bir araya getirilmesi ile “kanunnameler” ortaya çıkmıştır. İki tür kanunnameden bahsetmek mümkündür. Bunlar “genel kanunnameler” ve “özel kanunnameler”dir. Genel kanunnameler padişahların emri üzerine hazırlanır, divanda görüşülür ve padişah tarafından onaylanırdı. Özel kanunnameler ise “Kanun -i Osmaninin” ilgili bölgenin örf ve adetlerine göre düzenlenmesi ile ortaya çıkardı.
Osmanlı kanunnamelerinin en önemlileri Sultan II. Mehmed (Fatih) ve Sultan I. Süleyman (Kanuni)’ye ait olanlardır. Fatih kanunnamesi, kendisinden önceki bütün kural ve kanunların derlenip toparlanmış halidir. Üç bölümden oluşan Fatih kanunnamesi teşkilat ve teşrifatla ilgili önemli hükümler ihtiva etmektedir. Bunun yanında ceza düzenlemeleri de bu kanunnamede yer alır. Sultan Süleyman Kanunnamesi ise idari, hukuki, mali ve cezai alanlarda düzenlemeler ihtiva eder.
Meclis -i Şerʻ ve Mahfil -i Şerʻ olarak adlandırılan Osmanlı mahkemeleri, Türk - İslam geleneğinin özelliklerini taşımakla birlikte önceki örneklerine göre daha gelişmiştir. Bu mahkemeler tek hâkimli ve tek derecelidir.
Şerʻiye Mahkemeleri Osmanlıların kuruluşundan, Tanzimat dönemine kadar her türlü hukuki anlaşmazlıkların çözüm yeri olmuştur. Mahkemede kadı ve onun yardımcıları olan naib, başkâtip, kâtip, mübaşir, muhzır, mümeyyiz, kassam, hademe, şuhûdü’l -hal görev yapmaktaydılar.
Kadı, padişah adına yargı yetkisini kullanmaktaydı ve bu nedenle sadece padişaha karşı sorumluydu. Kadılar padişah veya onun yetkilendirdiği görevliler tarafından tayin edilirlerdi.
Genel kabul olarak kadıların tayin edildikleri bölgede 2 yıldan fazla çalışması uygun görülmezdi (müddet -i örfiye). Ancak 17. Yüzyıldan sonra bu konuda aksamalar görülmüştür.
Kadılıklar itibar bakımından; devriye mevleviyeti, mahreç mevleviyeti, bilad -ı hamse mevleviyeti ve Haremeyn mevleviyeti şeklinde sıralanmaktaydılar. İstanbul kadılığı en yüksek rütbeli mevleviyet olarak kabul edilirdi.
Bir kadıda aranan en önemli özelliklerin başında dürüst, güvenilir ve sağlam iradeli olmak gibi hususlar gelirdi. Ayrıca tam bir temyiz kudretine sahip olması gerektiğinden, çocuk, bunak, kör, sağır, dilsiz olmamasına da dikkat edilirdi. Bunların yanı sıra fıkıh konularına, özellikle Hanefi fıkhına vakıf olması ve yeterli bilgi ve tecrübeye de sahip olması gerekmekteydi.
Kadıların mahkeme içerisinde ve dışarısında alışveriş yapmaları uygun görülmezdi. Ayrıca kadıların hediye almaları da belirli kurallara göre mümkündü.
Kadıların tarafsızlıklarını koruyamayacağı durumlarda davalara varsa o bölgede bulunan bir başka bir kadı bakardı, eğer başka kadı yoksa davalı taraflar kendi rızalarıyla hakem belirler ve dava bu hakemin huzurumda görülürdü. Bazı durumlarda ise davalı taraflar padişahtan “müvellâ” tayin etmesini isterlerdi.
Kadılar adli görevlerinin yanında idari ve beledi hizmetleri de yerine getirirlerdi.
Kadının adli işlerdeki yardımcılarından ilki olan Naibler, kadıların vekilleri olarak görev yapmaktadırlar. Naibler kadılar tarafından tayin edilirdi. Ancak her kadının bu yetkisi yoktu. Kadı atamasının geciktiği durumlarda yerel yöneticiler, mahkemelerdeki görevliler arasından vekil tayin edebilirlerdi.
Naibleri “kadı yerine atanmış naibler” ve “kadının yanında görev yapan naibler” olmak üzere ikiye ayırabiliriz. Kadı yerine atanmış naibler, kadının bütün yetkilerine sahiptir. Bunlar görev yaptıkları mahkemeler bakımından bab naibleri, mevali naibleri ve arpalık naibleri olarak isimlendirilmişlerdir.
Kadının diğer yardımcıları: Başkâtip, kâtip, mübaşir, muhzır, mümeyyiz, kassam, hademe, şuhûdü’l -haldir.
Kadıların verdikleri ilam, hüccet ve cezalarla birlikte görevleri gereği tutmuş oldukları kayıtları ihtiva eden defterlere şerʻiye sicilleri denilir.
Divan -ı Hümayun’da, kazaskerler şerʻi yargıyı, ehl -i örf mensupları ise örfi hukuku temsil ederlerdi. Diğer Osmanlı mahkemelerinden farkı ise kesin hüküm yeri ve temyiz mercii olmasıdır.
Veziriazamın başkanlığında yapılan toplantılara “Veziriazam Divanı” denirdi. Duruşmalarda reisülküttap, çavuşbaşı, büyük ve küçük tezkireciler ve tercümanlar hazır bulunurdu.
Huzur Mürafaası’nda, Anadolu ve Rumeli kazaskerlerinin ve İstanbul’la bilâd - ı selase kadılarının görmüş oldukları davalarla ilgili itirazlar veziriazamın huzurunda görüşülürdü.
Divan -ı Hümayunda ve Huzur Mürafaalarında görüşülemeyen meseleler Kazasker divanında görüşülürdü. Mahkemede elh -i örfün davaları ve miras taksimleri görülmekteydi.
Beylerbeyi Divanı, Divan -ı Hümayun’un küçük bir örneği niteliğinde olan bu toplantılarda, idari ve örfi davalar, tımar uyuşmazlıkları görüldüğü gibi eyalet içinde görev yapan kadıların hükümleri de denetlenmekteydi.