Figür (insan) Çizimleri

Toplumların sanatları, yaşadıkları uygarlık düzeylerine göre gelişme gösterir. Ortadoğu İslam ülkeleri ve Uzakdoğu çizim ve resim sanatı dünyanın bu bölgelerinin özelliklerini taşıyan özgün biçimde gelişmiştir. Eski Yunan ve Roma’da bireyin önemi güç kazandıkça ilk bilimsel çabalar ve gözlemler de başlamış oldu. Böylece matematik oranlar ve ideal ölçülere uygun figür anlayışı gelişti. Ortaçağda Batı dünyası yüzyıllar süren duraklama dönemine girmiş, figür genelde kapalı mekanda yer alan, derinliği az, soyut kalıplarda ikonografik semboller olarak kullanılmıştır.

Rönesans Dönemine gelinceye kadar, resim sanatında bir gerileme yaşandığı açıkça görülmektedir. İnsanlık tarihinin en önemli dönüşüm noktalarından biri olan Rönesans’ı Leonardo da Vinci, Michelangelo, Rafaello, Dürer gibi büyük sanatçılar ortaya çıkarmıştır. Resim sanatı gerçek anlamda bilimsel niteliğine de bu sanatçılarla kavuşur. Rönesans sürecinde, doğanın incelenmesi bilimlere yol göstermiş, objektif dünyanın, insan ve onun doğadaki yeri keşfedilmiştir. İnsanın insanı tanımlamasında büyük devrim gerçekleştirilmiş, hümanistik yaklaşımla insan daha anıtsal bir şekilde ele alınmıştır.

Sanatta çizgiyi hareketin yüzey üstünde bıraktığı sürekli izi olarak tanımlayabiliriz. Çizgi, plastik sanatlarda biçimin öznel ayrımını sağlayan, belirleyici olduğu gibi aynı zamanda psikolojik değerleri de içinde barındıran bir dışa vurum ögesidir.

Çizgi tarihsel süreç içinde birçok sanatçı ve tasarımcıyı etkilemiştir. Çizginin değişik çağlara göre öne çıkan karakter özellikleri ayrı etkiler gösterir. Mağara döneminden gelen izlenimsel dinamizm, dinsel etkinin yoğun yaşandığı dönemlerde kontursal katılığa ve durgunluğa dönüşmüştür. Batı sanatında biçimci anlayışa ve klasik yoruma göre çizim, biçimi aktarmanın en temel yoludur.

Türkçe ’de desen olarak da kullanılan çizim sözcüğü, bir yüzeyin üzerinde biçimlerin, çizgilerle verilmesidir. Kurşun kalem, kömür kalem vb. ile yapılan renkli ya da renksiz, tonlu ya da tonsuz çizgi resimlere denir. Desen resmin başlangıcı ve temeli sayılır ve Fransızca kökenli bir sözcüktür. Resmin renkliliğine karşılık çizim çizgi izleriyle nesneyi betimleyen ve Batı sanatında genellikle gerçeğe bağlılığı gerektiren bir anlatım olarak da yorumlanır.

Birçok Rönesans sanatçısı, insan vücudu hakkında ayrıntılı bir inceleme yaptıktan sonra ideal ölçüleri yani oranları oluşturmaya çalışmışlardır. Leonardo da Vinci’de insan figürü çiziminde matematiksel oranlamalar sonucu oluşturduğu altın oran kuralını çalışmalarında uygulamıştır. Sanatçıların ölçüleri arasında çok fazla olmasa da farklılıklar vardır. Bu ideal uyumun ölçüleri sanat kuramcısı Alberti’de tüm insan figürleri için geçerli olan genel bir orantısallık, Leonardo da Vinci’de ise her insanın kendi içindeki oranlardır.

İnsan figürü çiziminde klasik dönem olarak adlandırılan dönemin üslup ve orantılarını belirleyen kanonların kullanılışı sanat tarihinde önemli bir dönüm noktası olmuştur. Leonardo, Albrecht Dürer gibi düşünür sanatçılar, ressamlar insan vücudu ve yüz kesitleri arasındaki farkı inceleyerek, altın oran hakkında birçok şemalar çizerek varlığını ispat etmiştir. Kanon sanatta bir kültürün veya kronolojik dönemin, bir ülkenin veya bölgenin, bireysel bir sanatçının veya bir konunun kabul edilecek en iyi örneğini ifade eder. Örneğin Michelangelo İtalyan resminde kanonik figür olarak kabul edilir, Picasso 20. Yüzyılın kanonik ressamıdır. Kanonik sanatın hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde en yüksek niteliğe sahip olduğu kabul görmüştür.