Gelenek, Kültür ve Modernlik

Kültür, gelenek ve modernite, Ondokuzuncu yüzyıldan itibaren düşünce hayatımızı belirleyen kavramlar arasındadır. Bu kavramların kendi tarihine bakmak, tarihsel gelişimleri ve değişimleri anlamanın iyi bir yoludur.

Şunu da unutmamak gerekir ki, bu kavramların gündelik kullanımları ile sosyolojik kullanımları arasında bazen büyük farklılıklar, hatta karşıtlıklar olabilmektedir. Bu yüzden, gündelik anlamların ötesinde, sosyoloji literatüründeki kullanımlara ve bu kullanımların nasıl değiştiğine dikkat etmek önemlidir.

Sosyolojide uzun zaman ihmal edilen kültür kavramı, yirminci yüzyılın sonundan itibaren hem sosyal düşüncede hem de siyasal gündemde çok önemli bir yer tutmaya başlamıştır. Daha önce modern öncesi topluluklara ait bir olgu gibi düşünülen kültürün modern toplumların dokusunu oluşturduğu fikri, yaygınlık kazanmıştır. Kültür ile uygarlığın bir ve aynı anlamda kullanılması, insan topluluklarının basitten karmaşığa doğru ilerledikleri yönündeki sosyal evrimci yaklaşımın bir sonucudur. Buna göre, insanlık kültürü ya da uygarlığı tektir, insan toplulukları bu tek uygarlığa /kültüre mesafelerine göre “gelişmiş” ya da “az gelişmiş” olarak nitelenebilirler. Bu yaklaşım, aynı zamanda son derece etnomerkezci bir yaklaşımdır. Yani, kendi kültürünü ve topluluğunu merkeze alan, dünyanın geri kalanını buna göre konumlandıran bir yaklaşım.

Uygarlık ile kültürün farklılaşması, Alman Romantizminin etkisiyle olmuştur. Buna göre, her topluluğun kendine has bir “ruhu” vardır ki buna kültür denir. Uygarlık ise daha çok teknik gelişme ile ilgili bir kavram olarak düşünülür. Bu düşünce, milliyetçiliğin de temellerinden biridir. Nitekim Türk milliyetçiliğinin kurucularından Ziya Gökalp’in medeniyet/hars ayrımı, Alman Romantizminin uygarlık/kültür ayrımından esinlenmiştir.

Gelenek, modernleşme süreciyle geliştirilmiş bir kavramdır. Geleneksel bir yaşam içindeki insanlar, kendi yaşamlarının geleneksel olduğunu düşünmezler. Bu bakımdan "gelenek" her zaman "modern" ile birlikte düşünülmelidir. Her ne kadar ilk kullanımları olumsuz anlamlar taşısa da, günümüzde tıpkı kültür gibi, gelenek de yeniden keşfedilen ve önemsenen bir olgudur.

Modernlik, on dokuzuncu yüzyıldan yirminci yüzyılın son çeyreğine kadarki dönemin adıdır. Kendisini “yenilik” olarak kavrar. Bu nedenle de geleneğin karşıtı gibi kurgular. Tıpkı modernite öncesi geleneğin kendini “gelenek” olarak görmemesi gibi, modernlik de ancak kurgusal bir “gelenek” ile karşıtlık içinde var olabilir. Bu bakımdan, birbirlerine zıt gibi görünen bu iki kavram, ancak birbirleriyle birlikte var olabilirler.

Modernlik de uygarlık gibi, tek bir gerçeklik olarak kavransa da, farklı coğrafyalarda, farklı tarihsel miraslarla etkileşim hâlinde, birbirlerinden çok farklı biçimlerde ortaya çıkar. “Batı dışı modernlik” bu farklılığı anlatmak üzere ortaya atılmış bir kavramdır. Ancak dikkat edilmelidir ki ne Batı’da ne de “Batı dışı”nda tek bir modernlik biçimi vardır.

Yirminci yüzyılın son çeyreğiyle birlikte, modern dünya büyük bir değişim içine girmiştir. Bu değişimin ekonomik, siyasal ve kültürel boyutları vardır. Modern dünyaya göre çok daha parçalı, sınırları daha belirsiz ve akışkanlıklarla dolu yeni bir dünyada yaşıyoruz. Küreselleşmeyle birlikte siyasal , ekonomik ve kültürel sınırların esnekleştiğini görüyoruz.