Kültüre Antropolojik Yaklaşımlar

Antropoloji, esas araştırma alanı "kültür" olan bir disiplindir. Kültürü tanımlamakta ve analiz etmekte farklı yaklaşımlar geliştirmiş olsa da, disipline özgü bazı temel nitelikler de vardır:

Siyaset, ekonomi, toplumsal hatta psikoloji alanlarını birbirinden ayrı gerçeklik düzeyleri gibi almak yerine bunların hepsini birden kavramaya çalışan bütüncül bir yaklaşımı benimser. Böylelikle, disiplinlerin analitik olarak ayırdığı bu alanlar arasındaki bağlantıları kurmamızı kolaylaştırır. Kültürü bu bağlantıların kurulduğu ortam olarak kavrar- ayrı bir alan olarak değil.

Kültür ile insan türünün evrimi, çevre koşullarına uyum sağlama çabası arasındaki bağlantıları da kurması bakımından, sosyal bilimlerle fen bilimlerinin yaklaştığı bir disiplindir. Kültürün maddi boyutlarıyla anlam ve semboller arasındaki ilişkileri analizine dahil etmesi bakımından da antropolojinin "bütüncü" bir yaklaşımı olduğu söylenebilir.

Antropolojide güçlü bir eğilim, toplumsal evrimciliktir. Bu, biyolojik evrime benzer biçimde, toplumların ve kültürlerin de evrimleştiği düşüncesidir. Böylece kültürler evrim sürecine katılma aşamaları ve gelişme hızlarına göre hiyerarşik bir düzen içinde görülürler. Toplumsal evrimciliğin izlerine hâlâ rastlansa da, günümüzde benimsenen bir yaklaşım değildir.

Kültürel çeşitliliği her bir kültürün kendi tarihselliği içinde ve kendi dinamikleriyle kavramaya çalışan yaklaşım da disiplinin önemli eğilimlerinden birini oluşturur. Bu yaklaşıma "kültürel tikelcilik" denir.

Kültürün insanların bazı temel ihtiyaçlarının karşılanmasına yönelik olarak geliştiği fikri, işlevselci antropoloji yaklaşımının temelini oluşturur. Buna göre, içinde yaşadıkları fiziksel çevrenin de etkisiyle, insan toplulukları beslenme, barınma, topluluk olarak varlıklarını sürdürme, üreme ve yaşadıkları dünyayı anlamlandırma gibi temel ihtiyaçlarını karşılayacak biçimde "kültürlenir"ler. İşlevlerin ancak toplumsal/kültürel yapılar içinde ortaya çıkabileceğini, bu bakımdan insan ihtiyaçlarının da bu yapılar içinde anlaşılabileceğini ileri süren yaklaşım ise "yapısal işlevselcilik" adını alır.

İnsanın dünyayı ancak dil ile kavrayabildiği, dolayısıyla da dilin kültürün temel bileşeni olduğu düşüncesi, yapısal antropolojinin temelinde yatar. Bu yaklaşım, kültürlerin de tıpkı dil gibi "okunabileceği"ni ileri sürer.

Küreselleşmeyle birlikte antropolojinin kültür ve kültürel fark kavramlarına yaklaşımında önemli bir değişim olmuştur. Artık "ötekiler", uzaklarda yaşayan ve "tuhaf adetleri" olan "ilkeller" değil, her an yüzyüze olabildiğimiz gruplardır. Böylece, sosyoloji ile antropoloji arasında büyük bir yakınlık doğmuştur.

Küreselleşmenin antropolojinin konusu olan kültürel farkı ortadan kaldırdığı, bu nedenle de günümüzde artık ancak küresel bir kültürden söz edilebileceği iddia edilse de, bu doğru değildir. 19. yüzyılın kültür ve kültürel fark kavrayışının yerini yirminci yüzyılın ikinci yarısında farklı bir kültür ve kültürel fark kavrayışı almış, kültür kavramı önemini yitirmek bir yana, çok daha fazla gündeme gelmiştir. Sosyal bilimlerde kültür kavramının yeniden anlamlandırılması ve yeni bir önem kazanmasına “kültürel dönemeç” adı verilir.

Antropolojinin kültürü anlamak için kullandığı yöntemler, çok büyük bir ağırlıkla niteliksel yöntemler ve asıl olarak da etnografidir. Etnografik tekniklerden biri olan katılımcı gözlem neredeyse disiplinin ayırdedici niteliklerinden biri sayılacak kadar yaygınlıkla benimsenir. Ancak günümüzde etnografi yalnızca antropologlar değil, sosyologlar tarafından da kullanılmaktadır.