Kültür Sosyolojisinin Gelişimi

Kültür olgusunun sosyolojik düşünce içindeki yeri son yüzyıl içinde belirgin bir şekilde artmıştır. Bunda hem kültür araştırmalarının gelişmesi hem günümüz dünyasında kültürün, insanlar arası ilişkileri kurmada çok daha belirleyici olması gelir.

Kültür, en basit hâliyle insanın doğa dışında ürettiği her şey olarak tanımlanabilir. Doğayı dönüştürmek ve bu eyleme simgesel anlamlar katarak onu bir sonraki kuşaklara aktarmak insana özgü bir özelliktir ve bu özellik sayesinde insanlık belleğinden, birikimden ve gelişmeden söz etmek mümkün olur.

Kültür, toplumsal düzenin temel taşlarından bir olarak düşünülebilir. Zira, bir toplumsal düzenin kurulması için gerekli değerler, normlar, ahlâk, vb. yapısal unsurlar, insanların düzenli kültür üretimleriyle oluşur. Kültür, insanını doğayı dönüştürme ve bundan simgeler üretme etkinliklerinin tamamıdır. Kültür, bu niteliğiyle toplumsal bağ ve ilişkilerde istikrar oluşturur.

Kültürün toplumsal düzenin kuruluşunda oynadığı rol, farklı sosyoloji yaklaşımlarında değişik şekillerde kuramlaştırılmıştır. Bir yaklaşım, kültür tarihi araştırmalarıdır. Bu düşünürler, tarihî, siyasî olayların değil kültür etkinliklerinin ekseninde algılamışlardır. Aynı zamanda antropolojik yaklaşımlara da destek olmuşlardır. Antropolojik yaklaşımlar ise, çoğunlukla kültürün dinamik ve değişken özelliklerini vurgulamışlardır. Bazıları, her tarihî dönemde geçerli bir temel toplumsal karakterin var olduğunun altını çizmişlerdir.

Marksist bakış açısında kültür, bir üretim ilişkileri sistemi içinde, ekonomik etkinliklerin (alt-yapı) belirlediği simgesel bir alandır (üst-yapı). Kültür, bu anlamda mevcut üretim ilişkilerinin mantığını yansıtan bir simgesel, estetik ve ideolojik alandır.

Max Weber, toplumsal ilişki ve düzenin oluşmasında kültür olgusuna merkezî bir işlev yüklemiştir. Weber, toplumu esasen bir anlam alışverişleri ağı olarak kavramsallaştırır ve kültürün, hem belirleyici hem de belirlenen bir unsur olduğunu söyler. Dolayısıyla toplumsal olgunun oluşumunda bir nedensellik zincirinden değil, bir nedenler etkileşiminden bahseder. Ona göre bir olgunun ortaya çıkışı tek bir nedene bağlanamaz, toplumsal olgular ve toplumsal gerçeklik nedensel çoğulluk içinde oluşur.

20. yüzyıl boyunca kültür olgusu sosyal bilim kuramlarında aşamalı olarak daha geniş bir yer işgal etmeye başlamıştır. Kültür, çağımızın demokratikleşen toplumsal ortamında baskı ve zor kullanımından iknaya doğru evrimleşen insan ilişkilerinde de özel bir önem kazanmaktadır. Günümüzde insanları belli bir fikre yönlendirmek kültürel kodların alışveriş konusu olduğu ikna stratejileriyle mümkün olur. Reklamcılık, bu yeni tür insan ilişkilerine çok iyi bir örnektir.

Kültürün insanları özgürleştirici, ilişkileri geliştirici, küresel bir zihniyetin oluşmasını tetikleyen bileşimci bir boyutu da vardır.

Kültür, aynı zamanda bir hükmetme aracı olarak da kullanılır. Marx’ın yalnızca ekonomiye atfettiği sermaye kavramı, Bourdieu’ye göre kültür alanında da kullanılabilir. Bireyler kültürel edinimlerini aynen sermaye gibi araçsallaştırarak, diğerleri üzerinde hükmetme stratejileri geliştirirler.

Günümüz dünyasında iletişim ve enformasyon teknolojiklerinin hızla gelişmesi, küresel bir alışveriş düzenin kurulması, bireyler arasında sürekli ve karmaşık kültür karşılaşmalarını mümkün kılmıştır. O nedenle, kültür olgusu, bugün dinamik, çoğulcu, değişken hem belirlenen hem belirleyen bir alan olarak önem arz etmektedir. Sosyal bilimlerde kültüre ayrılan alan, bu nedenle git gide genişlemektedir.