Sosyoloji Biliminin Ortaya Çıkışı

Sosyoloji bilimi en genel haliyle mikro düzeyde bireyler, mezo düzeyde gruplar-kurumlar ve makro düzeyde de toplumlar arası ilişkileri belirli bir yöntemsel akışla inceleyen bilim dalı olarak bilimler ailesi içinde yer alır. Sosyolojinin düşünsel gelişimini 1830'a kadar geçen süre, 1830-1890, 1890- 1930, 1930-1970 arası süreç ve 1970 sonrası süreç olarak belirleyen bazı bilim insanları (Goudsblom ve Heilbron) sosyolojinin değişimleri ve bu değişimlerin getirdiklerini tespit etmek, açıklamak, anlamak, çözümlemek amaçlı şekillendiğini vurgularlar.

Bu bağlamda geçmişten bugüne hala sosyoloji bilimi değişmeleri, sosyal problemleri, sosyal olay ve olguları belirli bir yöntemle rasyonel zeminde açıklama ve anlatma işlevini sürdürür.

Bu işlevini sürdürürken sosyolojinin gelişiminin kısa vadede çok sayıda planlı eylemden oluştuğu ve uzun vadede de tek bir kişi tarafından planlanmayan ancak toplu etkileşimlerden kaynaklanan sosyal ve kültürel bir süreç olduğu akılda tutmalıdır. Üstelik bu süreç, daha geniş sosyal ve kültürel gelişmelerin bir parçası olarak da gerçekleşmiştir.

Disiplin öncesi aşamadan, kendi başına bir entelektüel disiplin olarak gerçek sosyoloji anlayışına geçiş, on sekizinci ve on dokuzuncu yüzyıllarda gerçekleşmiştir.

Değişim kısmen teori ile ampirik araştırma arasındaki ve felsefi düşünce ile sosyal yaşam hakkında gerçeklerin toplanması arasındaki boşluğu doldurmaya yönelik bilinçli girişimlerden oluşmuştur. Ayrıca, önde gelen entelektüel model artık teoloji veya metafizikte değil, ampirik bilimde aranmaya başlanmıştır. Odak noktası ya siyasi alan ya da daha özel ahlaki meseleler üzerinde olduğu için, bu aşamada odak genel olarak toplumun yapısı ve gelişimine kaymıştır. Yönelimdeki bu kaymaya, Fransız filozofları ve İskoç ahlak filozofları olarak bilinen gruplar öncülük etmiştir.

Örneğin bu düşünsel süreçte, filozoflar arasında Montesquieu, R. J. Turgot, J. J. Rousseau, J. Millar, A. Smith, A. Ferguson önemli isimlerdir. Örneğin, Montesquieu’ya göre, bir ulusun ‘genel ruhunun’ tanınması esastır. Bu ‘ruh’ veya ‘ortak karakter’, iklim, din ve ticaret dahil olmak üzere çeşitli nedenlerin birleşik etkisinin sonucudur. Montesquieu, insan toplumunun karmaşık karşılıklı bağımlılıklarını çözmeye çalışmıştır. Montesquieu, A. Comte'un daha sonra ‘sosyal statik’ olarak adlandıracağı şeyin araştırılmasına öncülük ederken, onun genç çağdaşı, R. J. Turgot, insan toplumunu gelişimsel bir perspektiften, başka bir deyişle ‘sosyal dinamikler’ açısından da görme olasılığına işaret etmiştir. Benzer bir ruhla, İskoç ahlak filozofu D. Hume, ‘ahlaki konulara deneysel akıl yürütme yöntemini’ getirmeyi önermiştir. Hume ve genç arkadaşı A. Smith, varsayılan bir doğa durumuna dayanan teorileri reddetmiştir. Örneklendirilen düşünsel tartışmalarla genel bir sosyal bilim fikri zemin kazanmış, sosyoloji bilimi bir disiplin olarak doğmaya ve bu tetikleyici düşünsel arka planla ismini almaya başlamıştır. Bu bağlamda Aydınlanma dönemi düşünürlerinin toplumsal düzen hakkındaki değiştirici ve rasyonel görüşleri sosyoloji biliminin alt yapısını oluşturmuştur. Yine Fransız Devrimi ve Sanayi Devriminin toplumlarda yarattığı değişmeler ve bu değişmelere bağlı sorunların çözülmesi ihtiyacı sosyolojin bir bilim olarak isimlendirilmesine temel teşkil etmiştir. Nihayetinde 19. yüzyılın ortalarında Auguste Comte sosyoloji biliminin ismini koymuştur. Pozitivist bilimlerin yöntemsel anlayışını benimseyerek yola çıkan sosyoloji yeni bir toplumsal düzen için en önemli anahtar rolünü oynamıştır. Sosyolojik düşünce ve bunun ana unsuru olan teoriler zamanla çeşitlenerek sürekli mevcut toplumsal yapıya ilişkin açıklamaları ve anlamlandırmaları sunma gayretinde olmuştur.