Farklı Ekonomik Sistemlerde Şehirleşme Politikası

Kentler, içlerinde barındırdıkları toplumsal ve ekonomik dinamiklerin özelliklerini taşıyan ve bu dinamiklerin değişmesi sonucu mekânsal olarak farklılaşma yaşayan canlı varlıklar olarak tanımlanabilmektedir. Kentler bir ülkenin iktisadi politikaları sonucu değişmekte ve uygulanmakta olan iktisadi politikaların birer yansıması olarak işlev görmektedir.

Kapitalist sistemde kentlerin iç yapısında belirgin sınıfsal farklılaşmalar oluşmakla beraber kentsel yerleşim düzeninde de heterojen bir yapı görülmektedir. Yoksul, orta halli ve zengin sınıfların oluşturdukları mahalleler, birbirlerinden oldukça kesin çizgilerle ayırt edilebilmektedir. Kapitalist kentlerin önemli özelliklerinden biri toprak sahipliğinin kamunun elinde değil bireylerin elinde olması, kentlerin imarında ve planlamasında yüksek gelir grubunun baş rolü oynamalarına olanak vermesidir. Bu durumda sermaye sınıfı kent üzerinde söz sahibi olarak kentin cazip bölgelerinde yatırım yaparak gücüne güç katmakta, madalyonun diğer yüzünü oluşturan yoksul ve işçi sınıfı ise kent merkezine olabildiğince uzak, kentin çeperi sayılabilecek bölgelere uzaklaştırılmaktadır.

Kapitalist toplumlarda planlama politikaları ise daha çok kentleşme süreçlerinin sonuçlarına yöneliktir. Yani planlama politikaları bir süreç sonucunda gelişmekten ziyade uygulanan ekonomik sistemin oluşturduğu politikaların sonuç ürünü olarak kâğıda dökülmekte ve kapitalist sistemin devamlılığını sağlamak adına bir araç olarak kullanılmaktadır. Bu durumdan kaynaklı olarak gelecekte yaşanılacak olan ekonomik ve toplumsal gelişmenin bir plana bağlanmamış olması kırsal kesimden kentlere gelen göç hareketlerini de hesaplanamayacak duruma getirmektedir. Bu durumun yarattığı kaçınılmaz son olarak ülkelerin, bir ya da birkaç kenti aşırı derecede büyümekte ve günümüz ifadesiyle nüfus açısından mega kent niteliği kazanmaktadır. Nüfus hareketinin planlanmamış olması düzensiz kentleşmeye sebep olmakta ve bölgeler arasındaki dengesizliklerin büyümesine yol açmaktadır.

19. yüzyıl ürünü olan sosyalist ideoloji, sanayi devriminin meydana getirdiği toplumsal değişimler ile kapitalist üretim ilişkilerinin kesiştiği tarihsel uğrakta ortaya çıkmıştır. Sosyalist ideolojiyi ortaya çıkaran etmenler 18. yüzyıl Aydınlanma düşüncesinin bu yüzyılda doğrudan sistemlere dönüşmesi, teknolojik gelişmeler sonucu tarımda feodal sistemin çözülüp kentlerde emek ve sermaye temelinde sanayi üretimin gelişmesi olarak kabaca sıralanabilmektedir. İşte bu noktada sosyalizm genç kapitalizmin yarattığı sorunlara çözüm aramış ve bunları ortadan kaldırma iddiası taşıyan modeller üretmiştir. Sosyalist toplumlarda her türlü toprak üzerindeki özel mülkiyet hakkı kaldırılarak toprak rantı toplum yararı için kullanılmaya sunulmaktadır. Bu ilke devlete ve planlama organlarına mülkiyet hakkı ile uğraşmadıkları için kentlerin mekânsal yapısına istedikleri müdahaleyi yapma olanağı sunmaktadır. Sosyalist kent planlama politikalarından bir diğeri ise, kapitalist ülkelerin ticaret ve iş merkezi olan kent merkezileri anlayışının yerine, sosyalist ülkelerde kent merkezinin daha çok siyasal, kültürel ve yönetimsel bir kimliğe sahip olmasıdır. Bir kentin farklı semtleri arasında keskin ve belirgin bir şekilde çelişkilerin veya zıtlıkların bulunmaması, konut bölgelerinin kalitesi, insanların yaşama ve temel hizmet gibi en temel gereksinimlerinin belli standartlarda karşılanması, toplumsal yapının veya kentlerin kendi arasında türdeşlik göstermesi sosyalist sistemin mekâna yansıttığı temel prensiplerdir.