Kent Kuramları
Bu ünitede kentlerin toplumsal, ekonomik, mekânsal ve politik yapılarını anlamaya ve açıklamaya çalışan kent kuramları, tarihsel süreç içerisinde ele alınmaktadır.
19. yüzyıl ile birlikte üretim sisteminde sanayileşmenin ortaya çıkardığı değişiklikler, hem toplumsal hayatı hem kentsel mekânı etkilemiş, ortaya çıkardığı yapı dolayısıyla birçok meslek disiplininin kent kuramı üzerinde inceleme yapmasına neden olmuştur. Kent kuramları için erken dönem çalışmalarını içeren bu dönem, toplumsal teori ile kentleşme arasındaki ilişkiyi kurabilmek açısından önemlidir. Bu dönemin düşünürleri kenti her ne kadar bir analiz nesnesi olarak ele almasalar da, kapitalizmin gelişimi sürecinde kentlerin rolünü ortaya koyan kuramsal çalışmalar yapmışlardır. Marx, Engels, Durkheim ve Weber'in yürüttüğü bu çalışmalarda, kent, yeni üretim sisteminin (tarımdan sanayiye geçiş) ve toplumsal ilişkilerin açıklanması sürecinde sınırlı ölçüde kullanılmıştır ve toplumsal ilişkiler ağıyla çevrili olan mekânı ifade etmektedir.
Kentsel nüfusun çevreye nasıl uyum sağladığıyla ilgili olarak Şikago okulunun düşünürleri (Park, Burgess, McKenzie, Wirth) tarafından geliştirilen kent kuramları, çevrebilim ilkelerine göre bir analiz yaparak kentsel yerleşimleri biyolojik organizmalara benzeten ekolojik yaklaşımlar geliştirmişlerdir. Bu okul ve düşünürler tarafından geliştirilen iki yaklaşım kent çalışmaları üzerinde büyük bir etkinliğe sahiptir. Birincisi ekolojik yaklaşım, ikincisi kentliliği bir yaşam biçimi olarak ele alan yaklaşımıdır. Şikago kentini laboratuvar olarak kullanan bu araştırmalar doğal çevre ile kentsel çevre arasında bir bağ kurmaktadırlar.
1960’lı yıllar ile birlikte mekânın toplumsal üretimi ve toplumun mekânsal yeniden üretimi konuları etrafında tartışmalar başlamıştır. Politik ekonomi yaklaşımı içerisinde gerçekleşen çalışmalar, temel olarak mekân analizinin kapitalizmin analizinde önemli bir yer tuttuğu fikrine sahiptirler. Kentsel gelişme sermaye birikim süreçleri içinde ele alınmaktadır. Bu kuramlara göre kentler kapitalist üretim tarzı içerisinde ortaya çıkmakta ve sosyal olarak kurulmaktadır. Marksist yaklaşımın benimsendiği bu çalışmalarda, Lefebvre sanayiden kent kaynaklı kapitalist üretime geçişi kentsel devrim olarak ele alıp, toplumsal ürün olarak mekân çözümlemesi yaparken, Castells kollektif tüketimin mekânı olarak kente bakmış, Harvey ise sermaye birikim sürecinde yapılı çevrenin rolü konusuna odaklanmıştır.
1980'li yıllar ile birlikte küreselleşme kavramı tartışılmaya başlanmış, kentsel alanla ilgili olarak da küresel kent kavramı ortaya çıkmıştır. Küreselleşme aslında uluslararası sermayenin yeryüzündeki egemenliğini artırması ve kapitalizmin yaygınlık kazanması durumunu ifade etmektedir. Küreselleşmeyle birlikte ulus ötesi ilişkiler artık kentsel süreçlerde etki sahibi olmaktadır. Küreselleşme sürecinde bazı kentler ekonomik, kültürel ve siyasi özellikleri ile mal, sermaye ve bilgi akışının merkezi haline gelmektedirler. Merkezi konumdaki bu kentler için kullanılan “küresel kent” tabiri, artık küresel sistemin ayrılmaz parçası haline gelen dünya ekonomisiyle bütünleşmiş kentleri ifade etmektedir. Ortaya çıkan küresel kentler, ekonomik yapısı hizmet ve enformel sektörlere dayanan, sosyal yapısında kutuplaşmaların hakim olduğu, mekânsal yapısında ayrışmaların yoğun olarak gözlemlendiği, politik yapısında da ulus devlet ile kentin kendisi arasında çatışmaların gözlemlenebildiği kentler olarak açıklanmaktadır.