Algı ve Görsel Algılama
İnsan, dış dünyayı sahip olduğu duyu organlarıyla duyumsar. Ancak duyumları ile elde ettiği bilgiler tek başına bir anlam ifade etmez. Duyumlarımızla edindiğimiz bilgilerin tanımlanması, yorumlanması ve anlamlandırılması algılama ile mümkündür. Duyum ve algılama birlikte işleyen süreçlerdir. Biri olmadan öteki eksik kalır.
Duyu organlarımız arasında görme duyumumuz birincil sırada yer almaktadır. Dünyayı nesneleştirerek algılarız. Görsel algı, gözümüz ile duyumsadığımız nesneleri görselleştirerek algılamaktır. İnsan zihni nesneleri algılarken parçalardan ziyade bir bütün olarak algılar. Şekil-zemin algısında bir nesneyi zemin veya şekil görürüz. Hem zemin hem de şekil olarak algılamayız.
Görsel algı, fizyolojik ve psikolojik süreçlerin birlikte işlediği zihinsel bir etkinliktir. Gördüklerimizle algıladıklarımız arasında farklıklılıklar vardır. Bireyin içinde bulunduğu fizyolojik ve psikolojik durum, kültürel değerleri, inançları, ihtiyaçları ve geçmişten biriktirdiği bilgi ve tecrübe gibi etkenler algıya ve görsel algılama farklılıklarına neden olur.
Görsel algılamanın duyu organı olan gözün kendine has işleyen yapısı vardır. Gözün ağ tabakası (retinası), durağan resimlerden hareket elde edilmesine neden olan bir yapıya sahiptir. Ağ tabakaya düşen birbiriyle ilintili durağan resimler hemen ağ tabakada kaybolmaz bir süre daha orada kalır. Arkasından gelen ikinci resim önceki resimle çakışır. Bu çakışma sonucunda durağan resimler hareketli olarak algılanır.
Durağan resimlerin belli bir süre zarfında arka arkaya gelmesi ile stroboskopik hareket elde edilir.
Ağ tabaka yanılsamasından hareket elde edilmesinin anlaşılması sinema aygıtının habercisi olmuştur. Durağan resimlerden hareket elde eden bir çok buluş gerçekleşmiştir. Her buluş, sinema aygıtının icadını giden yolda önemli bir adım olur.
Sinemanın kitlesel izlenmesini sağlayan “büyülü fener” (laterna magic) ile nesnelerin görüntüsünü geniş bir yüzeye yansıtmak mümkün olmuştur. Sinema aygıtının içeriğini oluşturan fotoğrafın kaydedilmesi, fotoğraf ve kemera makinesinin icadı, sonrasında bu durağan fotoğraftan hareket elde edilmesi sinemayı doğurmuştur.
Fotoğraf makinesi, insan gözü modellenerek geliştirilen bir aygıttır. Geleneksel ve dijital fotoğraf makinesi ile film kameraları insan gözüne benzer bir şekilde çalışır.
İnsan gözünün uyaranı nasıl ışıksa fotoğraf makinesi ve film kamerası ışık olmadan görüntü elde edemez. Işık, nesnelerin algılanmasının yanı sıra görsel sanatlarda özellikle sinemada anlatı aracıdır.
Lumiere kardeşlerin 1895’te sinematograf aygıtı; film kaydeden, kaydedilen görüntüyü gösteren, dışarıda çekim yapabilen oldukça pratik bir aygıt olarak günümüzde geliştirilen tüm kameraların babası sayılır.
Kamera, herhangi bir nesneden yansıyan ışıktan elde edilen görüntünün ve sesin hafıza kartı, harddisk (eskiden kasete) kaydedilerek yeniden izlenmesini sağlayan mekanik bir aygıttır.
Görsel algımızın kaynağı olan ışık, aynı aynı zamanda rengin de kaynağıdır. Işık olmadan renk olmaz. Renk, çevremizde cisimlerin yansıttığı ışığın göz tarafından algılanmasıdır. Renk algısı, fizyolojik ve psikolojik etkilere bağlı öznel bir süreçtir.
Sinema, tv ve diğer tüm görsel sanatlarda ışık ve renk ile sanatsal bir anlatı dili oluşturulur.