Hz. Muhammed’in (SAV) Peygamberlik Öncesi Hayatı
Sülalesi, anne ve baba itibariyle Araplarca asil ve şerefli kabul edilen bir aileden olup, dedesi Abdulmuttalib, Resulullah'ın doğumu ve ilk çocukluk yıllarında Mekke’nin lideriydi. Dedeleri Mekke şehir ve halkına çeşitli hizmetler etmiş ve toplum içinde saygın yer edinmiş bir aileydi.
Genel kabule göre 20 Nisan 571 Mekke'de doğan ve kırk yaşında peygamberlikle görevlendirilecek bu bebek, Muhammed adı verilerek aileye katılmadan önce babası Abdullah ölmüştü. Araplardaki geleneğe göre doğumdan hemen sonra sütanneye verilmesi gereken çocuk, Beni Bekr kabilesinden Halime adlı bir kadına süt çocuğu olarak verildi ve yaklaşık olarak 4-5 yaşına kadar onun yanında kaldı.
Hz. Muhammed altı yaşında annesi Amine'yi kaybetti, bu yüzden sekiz yaşına kadar dedesinin, daha sonra ise evleninceye kadar amcası Ebu Talib’in yanında kaldı.
Amcasıyla beraber gittiği ve gözlemlediği seyahatler esnasında ticareti öğrenen Hz. Muhammed, gençlik çağlarında Hz. Hatice adına ticaret yaptı. Hz. Hatice, ticaret vasıtasıyla yakinen tanıyarak takdir ettiği Hz. Muhammed’le evlendi ve bu evlilikten 4 kız 2 erkek çocuğu olan Allah Resulü, ilk erkek çocuğuna nispetle Ebu'l-Kasım künyesiyle anıldı.
Hz. Muhammed çocukluk veya gençlik yıllarında kabilesinin yaptığı ficar harplerinde bulunmuş, aynı zamanda yirmili yaşlarda Mekke'de adaleti tesis etmek adına yapılan Hilfu'l Fudul antlaşmasında da yer almıştır.
Gerek yaptığı ticaretindeki dürüstlüğü ve gerekse toplumda tezahür eden ahlaki tutumu sayesinde “Muhammedü’l-Emin” lakabıyla tanınmıştır. Bu vasfı, onun peygamberlik görevi esnasında da en çok öne çıkan temel vasfı olarak görünecektir.
Mekke’deki sade ve sıradan bir insan olarak yaşantısı boyunca “Emin” vasfıyla bilinen Hz. Muhammed'in, Haceru'l-Esved'i yerine koyma hususunda çıkan ihtilafta hakem olması da Kureyş topluluğunun kendisine duyduğu saygı ve itimadın bir göstergesidir. Kâbe, yıllardır yağmur ve güneşe maruz kalarak yıpranmış, yangın ve sel dolayısıyla tamire ihtiyaç duyar olmuştu. Cidde limanı yakınlarında büyük bir geminin karaya vurması ve ondan çıkan malzemenin işlerine yarayabileceklerini haber alan Mekke ileri gelenleri, Kâbe’nin tamirinin yapılmasına karar verdiler. Her kabile kendine düşen işi yaparken onlar için kutsal kabul edilen Hacerü’l-Esved’in, yerine konması sırasında çıkan tartışma, tamiri duraklattı. Aralarında yaptıkları anlaşmaya istinaden, o sırada Kâbe’nin avlusuna giren Hz. Muhammed’in hakemliği problemi tatlıya bağladı.
Hz. Muhammed, peygamberlik verildiği kırk yaşına doğru hissettiği yalnızlık duygusundan dolayı Hira'da inzivaya çekilmeye başladı. Bunu dedesinden görmüş, belki de onun yanında Hıra’da bile kalmıştı. Allah'ın Resulü, sık sık Hira Mağarasına gelip, günlerini burada geçirmeye başladı. Muhtemelen aklına takılan bazı soruların cevabını bulmaya çalışıyor, bu arada, Allah’a yönelerek ibadet, tefekkür ve tezekkürle meşgul oluyordu. Cevabını aradığı sorular, aslında tüm insanlığın ortak, önemli ve büyük sorularıydı: “Biz, kimiz, neyiz, nereden geldik, nereye gidiyoruz? Niçin yaratıldık? Diğer mahlukatla olan ilişkimiz ve onlardan farkımızın bir sorumluluğu var mı? Ölümden sonra ne olacak, ahiret ve akıbet …?” hakkındaki cevabını veremediği sorular zihnini kurcalıyordu.
Kırk yaşına girdiği sıralarda (610) Resulullah’ın gördüğü bazı rüyalar gün gibi çıkıyordu. Ancak onun bu rüyalara bir anlam veremediği ve hatta bir anlam da yüklemediği anlaşılmaktadır.
İşte tam bu sıralarda Ramazan ayında Hira Mağarasında bulunduğu esnada vahye muhatap olmuş, Cebrail gelerek onun peygamberlikle görevlendirildiği söylemiştir.