Peygamberlere İman
İslam Kelamı ana hatlarıyla üç konudan oluşmaktadır. Bunlara usul-ü selase denilir. Bu konular; İlahiyyât, Nübüvvât ve Mead konularıdır. Yani Allah’ın varlığı ve birliği, peygamberlik ve ahiret konularıdır. İlahi bir din ancak peygamberlik müessesesi ile var olur. Peygamberi olmayan bir dinin olması düşünülemez.
İnsanlığın ilerlemesi peygamberlerin eliyle olmuştur. İnsan peygamberlerin getirdiği din ile insan olmanın gerçek anlamına kavuşmuştur. İnsanlık tarihi bir anlamda peygamberler tarihidir.
Peygamber kelimesi Türkçemize Farsçadan geçmiş bir kelimedir. Bu kelimenin Türkçe karşılığı, haberci, haber taşıyan kişi, elçidir.
Dini terim olarak peygamber, Allah’ın kulları arasından seçtiği ve vahiyle şereflendirerek emir ve yasaklarını insanlara ulaştırmak üzere görevlendirdiği elçi şeklinde tanımlanmaktadır.
Dinlerin tamamında Hz. Âdem’in ilk insan ve ilk peygamber olduğu inanışı vardır. Hz. Âdem ile başlayan peygamberlik zinciri son peygamber Hz. Muhammed ile sona ermiş, bu ikisi arasında pek çok peygamber görevlendirilmiştir. Peygamberlerin sayısı hakkında Kuran’da herhangi bir bilgi bulunmamaktadır.
Peygamberler hakkında İslam’ın genel öğretisini şu şekilde özetlemek mümkündür: Bütün peygamberlerin peygamber olduğuna inananmak, peygamber gelmemiş hiçbir topluluk ve ümmetin bulunmamadığına inanmak, peygamberlik görevinin, tamamen Allah vergisi olduğunu kabul etmek, onları sadece Allah’ın kulu ve elçisi saymak, Allah’ın izni olmadan hiçbir kimseye fayda sağlama veya zararı giderme güçlerinin olmadığına inanmak, Allah’ın bildirdikleri dışında gaybı bilemeyeceklerini kabul etmek, Peygamberliğin Hz. Muhammed ile son bulduğuna inanmak.
İslam inancına göre bütün peygamberler peygamber olma noktasında eşit, derece bakımından ise birbirlerinden farklıdırlar. Hz. Peygamber’in dışındaki Peygamberler de birbirlerinden derece itibariyle farklıdırlar. Bunlardan, Hz. Nuh, Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. Muhammed’in içinde yer aldığı “ulu’l -azm peygamberler” bunlardan sonra diğer peygamberler gelmektedir.
İslam inanç sisteminde “nübüvvet” (peygamberlik) ile “vahiy” birbirinden ayrılmayan iki önemli kavramdır. Biri varsa mutlaka öteki de var demektir.
Bizler, son derece aciz, muhtaç bilgi ve beceri kapasitesi sınırlı olan yaratıklarız. Dünya hayatı için “başkalarının yardımına ve kılavuzluğuna muhtaç” olan insanın, bu dünyadan sonraki hayat olan ve mutlaka gelecek bulunan ahiret hayatı için “gerçek bir yol gösterici ve kılavuza” yani “peygambere” olan ihtiyacı tartışma götürmez bir gerçektir. Peygamberin peygamberliğinin doğruluğunu ispat, ancak “içinde hiç şüphe taşımayan kesin bir delil” ile mümkün olup bu delil de mucizedir. Sözlükte “insanı aciz bırakan, karşı konulamaz, olağanüstü, garip ve tuhaf şey” anlamlarına gelen mucize, terim olarak yüce Allah’ın, peygamberlik iddiasında bulunan peygamberini “doğrulamak” ve “desteklemek” için yarattığı ve insanların da “benzerini” getirmekten aciz kaldığı “olağanüstü” olay diye tanımlanır.
Kuran’da mucize terimi yerine çoğunlukla “ayet”, “beyyine” ve “burhan” gibi kavramlar kullanılır. Kur’an -ı Kerim’de geçmiş Peygamberlere ait bazı mucizelerden söz edilmektedir.
Mucize dışındaki olağanüstü hâller, her ne kadar mucizeye benzeseler de aslında aralarında büyük farklar vardır. Diğer olağanüstü hâlleri şöyle sıralayabiliriz: Keramet, irhas, meunet, istidraç ve ihanettir.
İslam inanç sisteminde peygamberlerin sıfatlarını Peygamber gerçeğini göz önünde bulundurarak değerlendirmek gerekmektedir.