Allah’a İman
İslam dininde en merkezî kavram Allah kavramıdır. Çünkü insan da dâhil olmak üzere tüm kâinatın yaratıcısı dolayısıyla sahibi odur. Bu nedenle dinî hayat Allah’a inanmakla başlar. Allah kendisine inanmalarını emrettiği kullarını, zaten bu ihtiyaç ve eğilimle yaratmıştır. Bu nedenle Allah inancı fıtri, zorunlu ve evrenseldir.
Kedisine inanılmasını emreden Allah, zaten insanın doğasına bu inanca sevk edici bir ihtiyaç ve arzuyu da koymuştur. Bu anlamda fıtrat; Dini kabul etmeye hazırlanmış yaratılıştır. Diğer bir ifade ile, Allah’ın insanda yarattığı kendini tanıma yeteneği, imanı bilme yeteneğidir.
Allah’a iman, ancak tevhit esası üzerine inşa edilirse bir anlam kazanır. Bu yüzden tevhit inancı ilahi dinlerin en temel prensibidir. Bir insanın mümin olabilmesi için Allah’ı zatı, sıfatları ve fiillerinde birlemesi, bu hususlarda ona şirk koşmaması gerekir. Allah’ın birliğini ispat için kullanılan en meşhur akli delil ise, birden fazla ilahın olması durumunda, ilahlar arası bir çatışmanın dolayısıyla düzensizliğin olacağı kabulünü esas alan temanu delilidir.
Allah’a inanan insanlar, tanrıtanımaz (ateist) düşüncelere karşı Allah’ın varlığını açıklama ihtiyacı hissetmiş ve bu doğrultuda bazı akli deliller ortaya koymuşlardır. Bu delillerin temel özelliği doğrudan akla hitap etmesidir. Yani bir insan herhangi bir dinî kaygı taşımasa bile ona aklının ve tecrübesinin reddedemeyeceği gerçeklerden yola çıkılarak Allah’ın varlığı ispat edilmeye çalışılır. Allah’ın varlığını ispat için kullanılan delillerin diğer bir ortak özelliği ise bu delillerde genelde kâinatın varlığı ve özelliklerinden yola çıkılmasıdır. Diğer bir ifadeyle “eserden müessire (o eseri yapana) intikal” söz konusudur. Yani âlemden yola çıkarak Allah’a ulaşmayı hedeflemiştir.
Gerek İslam kelamcıları ve filozofları gerekse Allah’ın varlığını kabul eden (teist) diğer din mensupları ve filozoflar Allah’ın varlığını ispat için çabalamış ve birbirine benzer bazı deliller ortaya koymuştur. Bazen değişik isimlendirmeler yapılabilse de bu delillerin büyük çoğunluğu özü itibariyle birbirine yakındır. Bu delillerden İslam âlimlerinin kullandıklarının başlıcaları Hudus, İmkân, Gaye ve Nizam ve Kabul -i Amme delilleridir. Bunlar dışında bazı özel yaklaşımlar ve deliller de elbette ki mevcuttur. Fakat İslam kelamcılarının genelde ortaklaşa kullandıkları deliller bunlardır.
Hudus delili kâinatın sonradan olduğundan hareketle bir yaratıcısının olması gerektiği düşüncesiyle hareket eder. İmkân delili ise kâinatın varlığının zorunlu değil olasılıklı oluşundan hareketle bir yaratıcısının olması gerektiği düşüncesiyle hareket eder. Ayrıca Kâinatın tümünde bir gaye olduğu gibi, aynı şekilde bir düzenlilik de söz konusudur. Belli gayelere sahip olan varlıklar hem kendi içerisinde hem de diğer varlıklarla bir uyum ve ilişki içerisindedirler.
Tesadüfü kabul etmeyecek insanın varacağı ve bizce hak olan sonuç tüm bu gaye ve düzenliliğin âlim ve kâdir bir yaratıcı sayesinde olduğudur. Öte yandan hemen hemen her dönem ve mekânda Allah inancının sürekli olarak var ola gelmesidir. İnsanlık tarihi inançsız toplumlardan ziyade Allah’a inanan toplumlardan oluşmuş ve tarih bu şekilde akışını sürdürmüştür.