Zekât II
Zekât İslam tarihinin ilk dönemlerinden itibaren devlet hazinesinin en temel kamu gelirlerinden birisini oluşturmuştur. Zekâtın farz olma ve ödeme zamanı zekâta konu olan mallara göre değişir. Altın, gümüş, para, ticaret malları ve hayvanların zekâtı nisaba ulaşma anından itibaren bir ay yılının tamamlanması ile, toprak ürünlerinin zekâtı da ürün ortaya çıkıp yok olma endişesi ortadan kalktığında farz olur. Madenlerin ve balın zekâtı ise bunlar elde edildiğinde zorunlu hâle gelir.
Zekât borcunun haklı ve geçerli bir sebep bulunmaksızın geciktirilmesi doğru değildir. Zekâtı ödenmeyen bir mal sahibinin kusuru olmaksızın elden çıkarsa zekât düşer.
Zekât mümkünse devlet tarafından, değilse bizzat mükellef tarafından ödenmelidir. Klasik dönemde açık malların zekâtının devlet, gizli malların zekâtının ise mükellef tarafından ödenmesi şeklinde bir uygulama yerleşmiştir.
Zekâtı ödemenin belirli bir zamanı yoktur. Bunun için belirli bir ayı veya ramazanı beklemeye gerek yoktur. Zekât ödeme zamanı mükelleften mükellefe de değişir. Farz oluş şartları gerçekleştiğinde zekâtın verilmesi gerekir. Bununla birlikte şart olmadığı hâlde Müslümanlar zekât borçlarını rahmet ayı olan ramazan ayında ödemeyi âdet hâline getirmişlerdir. Bunda da dinen bir sakınca yoktur.
Zekât olarak ödenecek malın iyi vasıfta olması uygundur. Zekât borcu malın kendisinden veya değer olarak başka mallardan verilebilir.
Kur’an-ı Kerim’e göre zekât şu sekiz sınıfa verilebilir: Fakirler, miskinler, zekât işinde çalışanlar, İslam’a ısındırılmak istenenler, köleler, borçlular, Allah yolunda çalışanlar, yolcular. Hanefiler'e, Malikiler'e göre zekât bu sekiz sınıftan her birine verilebilir. Şafiîlere göre ise zekât bu sınıftan mevcut olanlara eşit olarak dağıtılmalı ve her sınıftan en az üç kişiye verilmelidir.
Hanefiler’e göre fakir temel ihtiyaçlarını karşılamakla birlikte nisap miktarı veya daha az malı bulunan kimsedir. Miskin ise hiçbir geliri ve malı olmayan kimseye denir. Şafiî ve Hanbelîler’e göre ise fakir ve miskine verilen anlamlar tam tersi olup, fakir miskine göre daha fazla ihtiyaç içinde olan kimsedir.
Zekât gelirlerini mükelleflerden alıp bir yere toplayan, koruyan, hak sahiplerine dağıtan, hesap işlerini yürüten, tartan, ölçen, sayan ve zekât idaresinin her kademesinde çalışan memurların tamamı âmiller sınıfına girmektedir.
“Allah yolunda olanlar”, din ve vatan uğrunda fiilen savaşan veya savaşmak isteyen gazilerdir. Zamanla hac için yola çıkıp nafakasının tükenmesi veya bineğinin elinden çıkması sebebiyle yolda kalan hacı adayları ile “ilim tahsil edenler” de bu sınıfa dâhil edilmiştir.
Zekât işinde çalışanlar, yolda kalmış olanlar ve İslam’a ısındırılmak istenen kimseler dışında zenginlere, gayrimüslimlere, ana, baba, çocuk ve eşlere, Hz. Peygamber’in yakınlarına zekât verilmez.
Zekâtın hak sahiplerine verilmesi gerekir. Gerekli araştırmayı yapmadan zekâtını veren ve sonradan ehil olmayan kişilere verdiği anlaşılan kimseden zekât borcu düşmez. Zekâtla verginin birçok ortak yönleri bulunmakla birlikte aralarında çeşitli açılardan önemli farklılıklar da vardır. Bu yüzden gerekli şartları taşıyan kişilerin devlete ödedikleri verginin dışında zekât borçlarını da hak sahiplerine ulaştırmaları gerekir.