İslam Düşüncesinin Temel Problemleri
İslam kültür ve medeniyetinin etkisiyle oluşmuş olan İslam düşüncesi, düşünce tarihinin üç temel problem olan bilgi, varlık ve ahlak problemine ilaveten dinfelsefe ilişkisi, nübüvvet, Tanrı ve Tanrı-âlem ilişkisi gibi birçok konuyu da problem olarak ele alıp incelemiştir. İslam düşünürleri, bu konularda geçmişin mirasından ve kendi medeniyet değerlerinden hareketle fikirlerini ortaya koymuşlardır.
İslam düşünürleri, bilgiyi bilen varlık ile bilinen şey arasındaki ilişki sonucu ortaya çıkan psikolojik bir kavrama işlemi olarak tanımlamışlardır. Bilgiyi ifade etmek için “ilim” ve “marifet” kelimelerini kullanmışlardır. Kelamcılar bilginin ilahi ve beşerî bilgiye uygun düşebilecek bir tanımını bulmaya çalışmışlar, İslam filozofları ise bilgiyi bir tür kavrama işlemi olarak ele almışlar ve bilen varlıkla bilinen şey arasındaki ilişki sonucu ortaya çıkan psikolojik bir kavrama olarak tanımlamışlardır.
İslam düşünürleri, bilginin kaynakları olarak ittifakla duyular ve aklı kabul etmekle birlikte başka kaynaklarından da bahsetmişlerdir. Bu anlamda söz konusu kaynaklara kelamcılar haberi, filozoflar sezgiyi (hads), mutasavvıflar ise ilhamı ilave etmişlerdir. İslam filozofları, bilginin değeri konusunda sofistler gibi şüpheci olmamışlardır. Bu konuyu bilgi kaynakları olarak kabul ettikleri akıl, duyu, sezgi ve vahiyden hareketle ele almışlardır.
Varlık konusunda Aristoteles’ten hareket etmiş olan İslam filozofları, özellikle şu üç soruyu cevaplandırmaya çalışmışlardır: “Var” ya da “mevcut” dediğimiz şey nedir? Tümeller gerçek bir varlığa sahip midir? Var etme ya da yaratma eylemi nasıl meydana gelmiştir? İslam düşünürleri varlığın tanımının yapılamayacağı, zihin ve zihin dışı diye iki temel sahasının olduğu, bir de varlığın zorunlu varlık ve mümkün varlık şeklinde iki kısma ayrıldığı konularında ittifak etmişlerdir. Zorunlu varlıktan mümkün varlığın nasıl meydana geldiği hususunda ise görüş ayrılığına düşmüşlerdir. Bazı düşünürler Tanrı, evren ve evrendeki varlıkları yoktan yaratmıştır derken, bazıları da yoktan yaratmayı kabul etmeyerek Tanrı’nın varlık veren fiilini ezelî olarak hazır bulunan bir maddenin işlenmesine hasretmişlerdir.
İslam düşünürleri, Yunan filozoflarının ahlaki terimlerle ilgili önemli gördükleri tarif ve tasnifleri benimsemişler ve onlardan hareketle temeli Kur’an ve sünnete dayanan İslam ahlakını sistemli bir şekilde açıklamaya çalışmaktır. İslam felsefesi tarihinde ilk kapsamlı ahlak eserini yazan Ebu Bekir er-Razi’dir.
İslam düşünürleri, mutlulukçu bir ahlak anlayışına sahiptirler. Ahlak konusunda ruhta yerleşmiş olmak, düşünüp taşınmadan yapılmış olmak ve özgürce yapılmış olmak gibi üç özelliğe önem vermişlerdir.
İslam düşünürleri, Allah’ın insanları bilgilendirmek ve buyruklarını iletmek için seçtiği bir grup insana vahiyler indirip elçilik görevi vermesi olan nübüvveti, öğretme ve öğrenme vasıtalarına başvurmadan bilgi algılama gücüne sahip olmak olarak görmüşlerdir. Kelamcılar, insanlık tarihinde peygamberlik fiilen gerçekleşmiş ve peygamberimizle sona ermiş olduğunu kabul etmişlerdir. İslam düşüncesinde nübüvveti kabul edenler olduğu gibi reddedenler de vardır. Her ne kadar bazı kaynaklar, İbn Ravendî ile Ebu Bekir er-Razî’nin mübüvveti reddettiğini belirtmiş olsalar da, bu konu ispatlanmış değildir, aksini ifade eden çalışmalar da davardır. Peygamberliği inkâr edenlerin hareket noktaları akıldır.