Anadolu İrfan Geleneği
Anadolu irfanı, kaynağını Kur’an ve sünnetten almıştır. Türkler İslamlaşmaya paralel olarak dinin istediği unsurlar içerisinden yoksula-yetime, yolda kalmışa yardım etme, düşenin elinden tutma, açı doyurma, ahde vefa, fedakârlık, sadakat gibi hususları kendi tabiatlarına ve bünyelerine uygun olarak alıp geliştirmişler ve dindarlık anlayışlarının belirgin özelliği haline getirmişlerdir. Bu ayırıcı iki özellik Horasan melâmiliği ve Hz. Ali Efendimiz üzerinden doğan fütüvvet erkânı (sonraki asırlarda ahilik teşkilatı)dır. Horasan Melamiliği ile kendilerini Allah’a karşı fakir ve bağımlı olmayı (ahd, misak, beyat), fütüvvet erkânı ile din ve Allah için maldan hatta Hz. Ali gibi candan geçmeyi göze almak gerektiğini anlamışlardır. Birincisi ile Allah katında ötekinin daha değerli olduğunu, ikincisi ile ona sofra kurmak dahil hizmet ve ikram etmeyi alışkanlık haline getirmişlerdir. Bu iki haslet sebebiyle kendilerinden önce Anadolu’ya gelen Arapların yapamadığını yapmış Anadolu’yu vatan tutabilmiş ve millet olmuşlardır.
Türk irfanı yazılı dini metinlerin Türk tarihine katılmasıyla beraber şekil almıştır. Sözel kültür daha çok kırsalda hâkim iken yazılı kültür şehir merkezlerinde ortaya çıkmış, gelişmiş ve yaygınlaşmıştır. Çünkü şehir beraber yaşamanın gerektirdiği, mektepleşme, medreseleşme, han, hamam ve cami gibi müesseseleşmeyi gerektirmiştir. Bu müesseselere gereken ruh ise dini literatürde bulunabilmiştir. Bu iki yöntem birbirinin alternatifi değil farklı ifade şekilleri olarak kendini göstermiştir. Yazılı kültür, medresede müderrisler, tekkede ârifler zümresi olmak üzere iki kurum ve iki önder zümre üzerinden toplumu inşa etmiştir.
Yazılı irfanın en önemli kaynağı ve taşıyıcısı Mevlâna’nın Mesnevisi, Necmeddin Kübrâ’nın Usûl-i Aşeresi, İbn Arabî’nin Füsûs ve Fütuhâtı, Sühreverdi’nin Avârifü’l-maârifi olmuştur. Bunların ilk ikisi doğudan ve Farsça olarak Anadolu’ya girerken son ikisi Arapça konuşulan bölgelerden ve batıdan Anadolu’ya gelmiş ve birbiriyle tutarlı bir harmoni oluşturmuştur. Çok sayıda şerhleri yazılmış, özel okutan kimseler yetişmiş ve özel okutulan müesseseler kurulmuştur. Bu eserler toplumun üst ve dar katmanına hitap ederken daha alt fakat geniş katmanına Yazıcızâde kardeşlerin Ahmediye ve Muhammediyesi, Eşrefoğlu Rûmî’nin Müzekkin Nüfûs ve Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın Marifetnâmesi hitap etmiş, köy odalarında ve halka açık yerlerde okutulmuştur. Diğerleri gibi üzerlerine şerh yazılmamış, özel okutan yer ya da müessesesi olmamıştır.
Sözel Türk irfanı da biri Yesevi, Yunusemre, Hacı Bektaş-ı Veli, Hacı Bayrâm-ı Velî gibi kökeni tekke, zâviye, hankâh gibi yazılı kültüre dayanan, kitabi eğitim almış ancak muhataplarını sözel olarak irşad ederken diğeri bu eğitimi herhangi bir kuruma bağlı kalmaksızın kulaktan kulağa, serbest, duyguların aktarımı yoluyla yayılmıştır.
Başlangıçta âlemin bir olan Allah’ın tecillisi olduğu görüşüne bağlı olarak tevhid akidesini seslendiren bu zümrelerden bir kısmı sosyal farklılaşma ve ayrışmaya bağlı olarak aşk, şarap, meyhane gbi kavramlar da dahil halk diline uygun, basite indirgeme ve daha dünyevi
bir dili tercih etmişlerdir. Bunlar içerisinde Pir Sultan Abdal, Kul Himmet, Hatayi, Yemini, Virani, Teslim Abdal ve Nesimi gibi kimseleri sayabiliriz.