İslam’da Ahlakin Kaynağı, Yaptırımı ve İnsanın Doğası
Müsteşriklerin çoğunluğu, “İslam ahlâkı” sözünden, İslam âleminde yapılmış olan ahlâk çalışmalarını kastederken, Müslüman araştırmacılar ise, özellikle Kur’an ve Sünnet’in ortaya koyduğu ahlâkı anlamaktadırlar. Bu durumda, birinci anlayışa göre, birbirinden az veya çok farklılıkları olan ahlâk anlayışlarından söz etmek gerektiği halde, ikinci anlayışa göre temelde bir tek kaynağa yani vahye dayanan ve kendi içinde tutarlı bir ahlâk sistemi karşımıza çıkar.
İslam ahlâkı ne filozofların rasyonel ahlâk düşünceleri, ne mutasavvıfların mistik tecrübeleri ve zühdî hayat anlayışları ve ne de fukahanın spekülatif çalışmalarıdır. O, Kitap ve Sünnet'in hükümleri ve buna göre şekillenen kanun ve kuralların tümüdür. Öteki ahlâk telakkileri ancak bu iki kaynağın prensiplerine uydukları nispette İslam ahlâkı ile alakalı sayılabilir.
Esas itibariyle, İslam ahlâkının ilk kaynağı Kur’an-ı Kerim’dir. Kur’an, en genel kaideleri ihtiva eder. Onun akla önem verme, nefse uymama ve haddi aşmama gibi kuralları, en geniş anlamda, ahlâkî davranış şekillerini bildirir. Hatta filozofların, hikmet, cesaret, iffet ve adalet başlıkları altında ele aldıkları erdemler bile bu kuralların içinde mütalaa edilebilir.
İslam dininde Kur'an-ı Kerim'den sonra ikinci temel kaynak Hz. Peygamber'in hadisleri ve sünnetidir.
İslam ahlâkı, Kur’an ve Hadislerle de sınırlı kalmamış, icma’ ve kıyas gibi yöntemlerle kaidelerini geliştirmiş ve daha da zenginleştirmiştir.
Felsefî ahlâk kitapları, İslam ahlâkının nazariyatı ve meselelerinin felsefî açıdan değerlendirilmesi sebebiyle kaynaklık ederler.
“Yükümlülük, öğütle zorunluluk arasında orta bir yerdedir. Zorunluluktur, çünkü ona karşı direnilemez; bir öğüttür, çünkü biz onu tartışmak ve hatta uygulamamak hakkına sahibiz.”
Yükümlülük düşüncesi dediğimiz ve görev hakkında sahip olduğumuz genel his, bizde kendiliğinden ortaya çıkan bir şuur halidir. Davranışlarımız hakkında sahip olduğumuz bilgiler, büyüklerin telkinleri, toplumun kuralları ve dinî tavsiyeler bu şuur halini şekillendirir. Bu şuur hali, belirtilen hususlar sonucu olarak bizde olmasına rağmen baskın gelen bencil arzu ve istekler sonucunda bazı kereler kaybolabilir. Bencilliğin üstün gelmesi, cezalara rağmen yükümlülük düşüncesini siler atar. O halde, yükümlülük düşüncesi her halükârda bizim içimizde vardır, ancak bazen silinir, yok olur.
Yaptırım, genellikle, insanı bir iş yapmaya veya terketmeye zorlayan kanun gücü anlamına gelmektedir. Ahlâkî yaptırım ise, ahlâk kanununun, ahlâkî etken olan insanı, vazifelerini yerine getirmeye zorlayan gücü demektir.
Her ahlâkî fiil bir nevi yaptırıcı güce sahiptir. Yaptırımlarda yaptırıcı bir güç vardır; onlar vazifeleri yapmaya bizi teşvik eder, özendirir. İnsan iradeli ve hür bir varlık olduğu için davranışlarına yaptırımlar doğrultusunda yön verir.
İslam ahlâkı açısından, Kur’an-ı Kerim, insan doğasının bütünüyle kötü ve onulmaz bir biçimde bozulmuş olduğunu kabul etmez. Aksine, bir yandan, insanın en güzel bir şekilde yaratıldığını, öte yandan, güzel eylemlerde bulunmayanların kararsız bir öze sahip olduklarını ifade eder.