Ahlak, İnsan ve Toplum
Arapça “hulk” sözcüğünden türetilen "ahlak" kavramı insanlık tarihi boyunca tartışılan konulardan biri olmuştur. Ahlak ve ahlaki yaşama ilişkin sorular, “Nasıl davranmalıyım? Davranışlarımda özgür müyüm? ve Davranışlarımı nasıl gerekçelendirebilirim?” gibi problemler ekseninde şekillenmiştir. Entelektüel bir düşünme eylemini gerektiren ahlak ve ahlaki yaşamla ilgili sorulara verilen cevaplar çerçevesinde birçok ahlak anlayışı doğmuştur. Bu anlayışlar çeşitli şekillerde kategorize edilebilmekle birlikte, ahlak anlayışları tarihi seyri içinde “Betimleyici, Normatif” ve “Metaetik” olarak, tür ve araştırma alanlarına ayrılabilir. Ahlak olgusu genellikle ahlaki davranış ve akıl arasında bir ilişki olup olmadığı, olgu ve değerin birlikte düşünülüp düşünülemeyeceği, olan ve olması gereken arasındaki ilişki vb. sorunlar çerçevesinde gelişmiştir. Orta Çağ sonlarına kadar olgu -değer çifti ve olan ile olması gereken ahlaki seferde hep birlikte düşünülmüş, akıl ahlaki davranışın nedeni ve başlatıcısı olarak görülmüştür. Hume, Smith ve Spencer ise bu noktalarda kendilerinden önceki ahlak düşünürlerinden önemli ölçüde farklı düşünmektedirler. Üç filozof da ahlak ve ahlaki yaşamla ilgili düşüncelerinde modern yorumlar yapmaktadırlar. Bilimsellik daima açıklamalarda önemli bir kriter olmaktadır. Bununla birlikte ahlak ve ahlaki yaşamla ilgili yaptıkları açıklamalarda insan ve toplum olgularına daima merkezi bir yer vermişlerdir.
Spencer’a göre her fenomenin bir tarihi vardır. Bir fenomen ortaya çıkar, bir süre sonra ortadan çekilir. Her bilim kendi fenomenlerinin tarihini anlatır. Spencer’a göre yapılması gereken şey, bu çeşitli tarihi süreçlerin ortak oldukları bir çizginin olup olmadığını araştırmaktır. Eğer ortak bir çizgi varsa bu çizgiden genel bir gelişme yasası çıkarılabilir mi? Spencer’a göre her gelişmenin az ya da çok açık olarak görülebilen üç belirtisi vardır ve ancak bu belirtiler bir araya geldiğinde, gelişme kavramı ortaya çıkar. Gelişmenin ilk belirtisi bütünleşme , ikincisi bütünleşmenin çözülmesi ve üçüncüsü de belirlenimdir.
Aydınlanma düşüncesinin en yetkin isimlerinden biri David Hume (1711 - 1776) dur. Geleneğe yönelik yıkıcı ve geleceğe yönelik kurucu tavrıyla, yani özellikle dine ve metafiziğe yönelik eleştirel ve septik yaklaşımı, bilimciliği, liberalizmi ve ahlakı, duygulara bağlayan anlayışıyla, gerçekten de Aydınlanma’nın kusursuz temsilcilerinden biri olmuştur.
Hume’un ahlak anlayışının iki ilkesi vardır: Yarar ve duygudaşlık. Hume çıkar gözetmeyen çıkar anlayışını, insan doğasında bulunan duygudaşlıkla temellendirir. Ona göre insan doğasında duygudaşlıktan daha değerli bir şey yoktur. Duygudaşlık insanı kendi dışına taşır ve sosyal bir varlık yapar.
Sosyal fenomenlere ilişkin araştırmasında, Newton’un yerçekimi ilkesine benzer bir ilkeyi sosyal sahada bulmaya çalışan Smith, insan doğasının evrensel olan bir özelliği üzerinde durur. “Adam Smith Problemi” adı verilen bu husus Smith üzerine yazıp çizenlerin en çok üzerinde durduğu konudur. Smith ahlaki hükümler vermek, moral yargılar oluşturmak için ihtiyaç duyulan tek şeyin, başka insanların kendilerine benzer olduklarını görmek veya anlamak olduğunu söyler. Başka bir deyişle onun ahlak anlayışının merkezikavramı “duygudaşlık”tır. Spencer ise hayata en iyi uyum sağlayan, yaşama en fazla katkıda bulunan eylemleri ahlaki, hayatın devamına gereği gibi katkıda bulunmayan davranışları da gayri ahlaki eylemler olarak görür. Hayat içsel ilişkilerin sürekli olarak dış ilişkilere uyarlanmasıdır. Spencer açısından kendini hayat ve hayatın değerlerine daha iyi uyarlayan kişi ahlaklı bir kişidir.