Aydınlanma Felsefesi
Geniş anlamıyla Aydınlanma, Orta Çağ'ın kapanması ile Orta Çağ'ın hayat anlayışına karşı; yeni bir dünya görüşü olarak ortaya çıkmıştır. Aydınlanmanın ideali, bilginin ilerlemesine dayanan entelektüel bir kültürdür. Aklın aydınlattığı doğrular ile beslenecek olan bu kültür, sonsuz bir ilerlemeye adaydır.
İngiliz Aydınlanma düşüncesi, kapitalizmin ilk ve en güçlü bir biçimde boy gösterdiği İngiltere’de başlamış ve her yönüyle özgürleştirici ya da liberal bir hareket olmuştur. İngiliz Aydınlanması (John Locke, George Berkeley) Aydınlanma’nın Kant’a kadar devam eden ana perspektifine tamamen hâkim olmuştur. Ampirik olmasıyla bilinen İngiliz Aydınlanması, deneyim üzerinden felsefe yapmıştır. Bu yüzden Rönesans sonrası Avrupa felsefesinin akılcı ve metafiziksel olduğu yerde, Aydınlanma felsefesi deneyimci ve epistemolojik bir karakter taşımaktadır. En tanınmış temsilcileri John Locke ve George Berkeley’dir.
John Locke, İngiliz aydınlanmasının ilk temsilcisi ve 18. yüzyıl Aydınlanma felsefesinin de kurucusu sayılmaktadır. Onun düşünceleri Aydınlanmanın klasik ilkeleri sayılır. Ona göre, bu barış ortamında insanlar doğal olarak eşit ve özgürdürler.
Fontenelle, Fransız Aydınlanması'nın öncü filozoflarındandır. Aydınlanmanın ilerlemeci ve iyimser ruhunun en önde gelen temsilcisidir. Fontenelle, tarihin bir yığın peri masalı ve bir sürü yanlıştan ibaret olduğunu söylüyordu. Montesquieu Aydınlanma Çağı'nda politika bilimine teorik bir temel sağlama işinde en ciddi ve en önemli adımları atmış düşünürdür. Montesquieu’ye göre, Tanrı dünyayı yaratmıştır, her şeyi başlatan ilk nedendir ama onun yasaları nesnelerin doğasından kaynaklanan ilişkiler zincirinin ilk halkasından başka bir şey değildir. Her milletin yasalarının o milletin yönetim biçimiyle, onun iklim ve coğrafya benzeri fiziki koşulları ve hürriyet, gelenek ve görenekler, ticaret ve din benzeri sosyal koşullarıyla sadece ilişkili değil fakat uyumlu olması gerektiğini söyleyen Montesquieu yasaların sergilediği veya sergilemesi gereken söz konusu ilişkiler bütününün yasaların ruhunu meydana getirdiğini söyler. Fransız Aydınlanması'nın asıl lideri olan ve Voltaire’in Fransa’daki aydınlanma hareketinin yaygınlaşmasına büyük katkısı olmuş bir şahsiyettir. Voltaire ise sosyal konularda önemli bir rol oynamış ve kiliseyi büyük ölçüde sarsmıştır.
Fransız materyalistlerinden en meşhuru La Mettrie’dir. Ona göre her bilginin kaynağı duyulardır. Condillac ise Fransız Aydınlanması'nın temellerini, bilgi teorisi ve psikoloji bakımından işleyenlerin başında gelmektedir. Condillac bilgi teorisini, her şeyi deneye, hatta duyuma dayandırarak oluşturmuş, düşünceyi de yine duyumun bir sonucu olarak görmüştür. Condillac, aşırı bir Sensualist olmasına rağmen Materyalist değildir. D’Alembert deneye dayalı olmayan bilimlere hep şüpheyle bakar. Diderot başlangıçta teist olmasına rağmen sonra şüpheci bir deist olmuş, daha sonra natüralizme yönelmiş, en son olarak da materyalist bir panteizme ulaşmıştır. d’Holbach Fransız materyalizminin ünlü düşünürlerindendir. "Tabiat Sistemi" isimli eseri materyalizmin kutsal kitabı sayılmaktadır. Din, d’Holbach’a göre bilimin düşmanıdır. Condorcet bilimciliği, reformist karakteri ve çok bariz ilerlemeciliği ile Fransız Aydınlanması'nın en tipik, en önemli ve bir o kadar ilginç bir düşünürüdür. Condorcet insanın eşitlik ve özgürlük açısından ahlaken ve entelektüel olarak sınırsızca gelişebileceği ve h atta yetkinleşebileceği konusunda mutlak bir iyimserlik sergiler. . Jean-Jacques Rousseau, Fransız Aydınlanması'nın en önemli ve özgün düşünürüdür. diğer Aydınlanma düşünürlerinden farklı olarak, uygarlaşmış, aydınlanmış varoluşun olumsuzluk ve kötülüklerini teslim eden, rasyonalist değil fakat romantik bir filozoftur.Rousseau, bir yandan da Aydınlanmanın akılcılığına, bilimciliğine ve ilerlemeciliğine karşı eleştirel bir tavır takınmıştır. Siyaset felsefesinde ise Rousseau, bu kez insanları oldukları gibi kabul eder ve devletin nasıl ıslah edilip iyi idarenin ne şekilde hayata geçirilebileceğini araştırır. İnsanın doğasının iyi olduğunu fakat sonradan toplum tarafından bozulduğunu savunur. Rousseau, ahlaksızlığa, eşitsizliğe ve köleliğe dayalı modern politik düzeni eleştirdikten sonra, yeni sosyal ve politik düzeni ve bu düzenin yeni bireyini yaratmaya başlar.
Alman aydınlanması, on sekizinci yüzyılda klasik idealizmini devam ettirmiştir. Alman aydınlanmasının önderi kabul edilen Christian Wolff (1679- 1754) ve aydınlanmanın son filozofu kabul edilen Immanuel Kant (1724-1804) gibi düşünürler, dinin ve geleneğin otoritesini eleştirmişler; ancak dine karşı Fransızlardan daha ılımlı bir tavır sergilemişlerdir. Aydınlanma’nın Fransa’da çıktığı biçimiyle kendisini temellendirirken kullandığı ilkeler özellikle Kant’ın Aydınlanma kavramıyla büyük özdeşlikler ihtiva etmekle birlikte, bir bütün olarak Alman Aydınlanmasının Aydınlanma’ya bir katkı mı olduğu yoksa ondan bir sapma olarak mı değerlendirileceği konusu tartışılmıştır. Fransız Aydınlanması, Aydınlanma’nın başlamasını ve kurumsallaşmasını sağlamıştı, Alman Aydınlanması bir yönüyle Aydınlanma’nın sınırlanmasını (Kantçı bilgi teorisi ve etik), diğer yönüyle de Aydınlanma projesinin aşılmasını (Romantizm ve Alman İdealizmi, Alman idealist tarih felsefesi) temsil etmektedir. Fransız Aydınlanması’nın toplumsal sınıf olarak burjuvazinin, medyanın, locaların ve salonların ürünü olarak ortaya çıktığını, ancak Alman Aydınlanması’nın üniversitede gelişen ve orada kendisini geliştiren bir akım olduğu dile getirilir.Alman aydınlanma hareketi, Reformasyon’dan sonra ortaya çıkan kargaşa sebebiyle diğer ülkelerdekinin aksine ancak XVII. yüzyılın ikinci yarısında görülmeye başlanmıştır. Leibniz’in “olgu hakikatleri” anlayışı Almanya’da tanınmaya başlayınca aydınlanma hareketi de bir ivme kazanmıştır.