Rönesans ve Reform

Rönesans adı verilen çağ bir geçiş dönemidir. ‘Rönesans’ sözcüğü ‘Yeniden Doğuş’ demektir. Rönesans tarihsel olarak 1400 ile 1600 yılları arasında kalan dönemi ifade eder. Rönesans XIV. yüzyılda İtalya’da başlamış ve diğer Avrupa şehirlerine buradan yayılan bir kültür hareketi olmuştur. Bu hareketle birlikte eski problemleri çözmek için yeni bir bakış açısı getirilmiş ve yeni bir paradigma oluşturulmuştur.

Rönesans’ın başlangıç yıllarında "hümanizm" adı verilen bir akıma rastlamaktayız. Hümanizm insanı temele alan bir bakış açısını ifade etmektedir. Aynı zamanda hümanizm, insanın özü ile bu dünyadaki yerinin ne olduğunu araştıran çalışmalardır. Rönesans’ta insan yepyeni bir temel ve dünyanın merkezi olarak ortaya çıkmaktadır.

Orta Çağ'da insan günahkâr bir varlık olarak anlaşılmıştır. Dolayısıyla insan, kendine yetemeyen, Tanrı’nın rehberliğine muhtaç ve bunun sonucu olarak da kurtuluşu için Tanrı’nın lütfuna ve inayetine mecbur bir varlık olarak düşünülmüştür. Oysa Rönesans’ın hümanistleri insanı en iyi ya da en kötüyü seçebilen, kendisini oluşturan bir varlık olarak gösterirler. Rönesans hümanizmine göre o, artık kaderinin, özgür seçiminin sorumluluğunu üstlenen, Tanrı’nın kendisine verdiği tohumları geliştirebilen biri olmak durumundadır.

Hümanizm akımının başında Petrarca vardır. Kendi ‘ben’i Petrarca’nın bütün düşüncelerinin ağırlık merkezidir. Petrarca hayat karşısında özgürce düşünerek hayatın yapı ve örgüsünü anlamaya, hayat bilmecesini çözmeye çalışmaktadır. Hümanizmin bir diğer temsilcisi Montaigne ise insan ruhunun derinliklerine inmeye çalışan bir ruh bilimcidir. Montaigne’nin amacı barış dolu bir dünyada yaşamaktır.

İnsanın kendi iç dünyasında yeniyi arayan Rönesans felsefesi, yeni bir insan anlayışı yanında, yeni bir din anlayışı da getirmiştir. Yeni din anlayışı da en başta reformation ya da reform denilen büyük din akımında kendini gerçekleştirmiştir. Reform hareketlerinin başlamasının dış nedeni Luther’in 1517 yılında Wittenberg kilisesinin kapısına astığı 95 maddelik tezidir. Luther insanla Tanrı arasındaki ilişkiyi yeniden düzenlemek istemektedir.

Rönesans getirdiği öteki yeniliklerin yanı sıra, ulusal kişiliklerin de belirdiği, ulusların kendilerine göre bilinçleri olan, bağımsız kültür ve politika örgütleri olarak tarih sahnesinde görünmeye başladıkları bir dönemdir.

Rönesans’ın devlet felsefesi Yeni Çağ devlet felsefesinin temelini oluşturmuştur. Günümüze değin gelmiş olan devlet anlayışlarının hemen hepsini Rönesans yüzyıllarında bulabiliriz. Bu bağlamda Machiavelli milli devlet idesinin Rönesans’taki temsilcisidir. Ona göre, devlet bir millete dayanırsa gücü de var demektir. Bir diğer düşünür Bodin, mutlak monarşiyi savunmaktadır. Gücü sınırsız olan hükümdar ancak ahlak ve doğal hukukun yasalarına bağlıdır ve kendini Tanrı’ya karşı da sorumlu saymaktadır. Devlet, otorite ve akıl ile düzenlenmiş olan aileler birliğidir. Bodin’le beraber Althusius’ta devlet şekli olarak monarşi taraftarıdır. Egemenlik kavramı Althusius’ta da çok önemlidir. Rönesans’ta devlet ve hukuk alanının en önemli temsilcilerinden birisi de Grotius’tur. Grotius, düşüncelerinde en büyük önemi doğal hukuka vermiştir.Orta Çağ’daki devlet yönetiminde görülen aksaklıklar, realist devlet anlayışlarının geliştirilmesine neden olduğu gibi idealist devlet teorilerinin üretilmesine de yol açmıştır. Bu dönemde filozofların ütopik devlet teorileri ortaya koymalarının nedenleri, insanların daha iyi bir yönetim altında, mutlu bir şekilde yaşamalarını sağlamak düşüncesi olmakla birlikte siyasi baskıdan dolayı devleti ve yöneticileri doğrudan eleştirememek şeklinde sıralanabilir. Bu yüzden filozoflar romanlaştırılmış bir biçimde tamamen zihinde bulunan, realitede olmayan hayali devlet düzenleri geliştirerek, mevcut yönetimlere alternatif sistemler öngörmüşlerdir.

Morus yaşadığı dönemde İngiltere’deki sosyal yapıyı eleştirerek "Ütopya" adlı eserini ortaya koymuştur. Bir diğer ütopya olan "Güneş Ülkesi" nin yazarı Campanella’dır. Campanella’ya göre yeni bir "Altın Çağ" olacaktır. Bu altın çağ ise Güneş Ülkesi gibi bir devlette ve o devletin benimsediği düzende gerçekleşecektir. Avrupa’nın içinde bulunduğu durumun doğruluk ve adalet namına insanlara bir şey vermediğini ve ahlak bozukluğunun arttığını dile getiren Bacon, "Yeni Atlantis" adlı ütopyasını yazmıştır.