Modern Dönemde İnsan ve Toplum

Orta Çağ’ın mutlakiyetçi, ümmetçi yapısı modern felsefeyle birlikte yerini ulusçuluğa, bireyciliğe ve her alanda özgürlüğe bırakmıştır.

İnsanı ele alan, onun doğasını belirlemeye ve dünyadaki yerini kavramaya yönelik olan hümanizm, insanın özü ve varlığı ile çevresini oluşturan dünya arasında bir bütünlük sağlar.

Aydınlanma felsefesinde akıl, toplumun yeni düzenini belirleyecek yeni kavramları geliştirmiş ve bunları insan doğasının zaman ve koşullar içinde değişmeyen özünden türetmiştir. Dahası Aydınlanmayla birlikte insan doğasının iyiliğine ve yüceliğine inanılmaya başlanmıştır.

Hobbes’a göre düzen arayışı insanları aralarında sözleşme yapmaya götürür. Toplumsal düzene geçmek için yapılan bu sözleşmeye “toplum sözleşmesi” denir. Bu sözleşmeyle bireyler doğal haklarını bütün gücü elinde bulunduran devlete bırakırlar. Ona göre insan diğerleriyle bir arada yaşamanın asgari müştereklerini, kendi hayatını en iyi şekilde idare ettirmenin olanaklarını aklıyla bulabilir.

Rousseau insanlar arasındaki eşitsizliği, insanın doğallığını yitirmesine yol açan toplumsallaşma sürecinin bir parçası olarak görür. Diğer taraftan Rousseau, modern topluma geçişin, insanı dar görüşlü, gelişmemiş hayvan durumundan çıkarıp akıllı bir varlık, bir insan haline soktuğunun da farkındadır.

Immanuel Kant insanı pratik akıl varlığı olarak değerlendirir. Ona göre insan pratik akla dayanarak kendisine yasalar, ilkeler koyarak bunlara göre eyleme yetisine sahip bir varlıktır. İnsanın kendisine kurallar saptaması onun özgürlüğünün bir işaretidir.

Hegel'e göre insan olmak, insan olduğunun bilincine sahip olmak demektir. Özneyi ve dünyayı bir bütün olarak ele alan Hegel için insan kendi bilincinde olan yani öz bilince sahip tek varlıktır.

Hegel "devletin gerçek ahlaksal yaşam" olduğunu ve insanlarca sahip olunan bütün tinsel gerçekliğin sadece devlet kanalından elde edildiğini düşünür. Ona göre devlet yeryüzünde var olan tanrısal düşüncedir. Evrensel ruhun, insan istemi ve özgürlüğü üzerine düşüncenin dışa vurulmasıdır.

Nietzsche insanı bütünlüğü içinde, hayatı ve yapıp ettikleriyle ele alır. Nietzsche’ye göre insanlar, gerçekliği görebilme ya da görememeleri bakımından üç tipe ayrılmaktadırlar. Sürü insanı, özgür insan ve üst insan. Nietzsche’ye göre, insan aşılması gereken bir şeydir. Her varlık kendisinden üstün bir şey yaratmıştır, insanın da kendini aşması gerekir. İnsan, hayvanla üst insan arasına bağlanmış bir köprüdür. İnsanın temel yönü de bir amaç değil, bir köprü oluşudur.

Scheler'e göre, insanı insan yapan ilke sadece akıl değil, Geist'tir (ruhtur). İnsanı hayvanlardan ayıran yanı insanın ruhsal bir yaşama sahip olmasıdır. Ruhsal varlığın temel özelliği, onun organik olana bağımlılıktan kurtulmuşluğu, yaşamdan ve yaşama ait her şeyden çözülmüşlüğü anlamına gelir.

Cassirer insanı insan yapan temeli ortaya koymaya çalışır. O, kendisinden önceki tüm düşünürlerin kendi doğalarına yönelik görüşleri insan doğası olarak ortaya koyduklarını düşünür. Cassirer'e göre insan yalnız bir fiziksel evrende değil, bir simgesel evrende de yaşar. Dil, sanat ve din bu simgesel evrenin parçalarıdır.